Her ne kadar güzel anılar sunmuş olsa da, yaşamın ona çoğunlukla zalim davrandığını biliyordu. Ama son yirmi adımı yürürken, keşke biraz daha uzasaydı, diye düşünmekten kendini alamadı. Leyla'yı yeniden görebilmeyi, şıngırtılı kahkahasını duyabilmeyi, yıldızlı bir göğün altında,bir kez daha , onunla baş başa çay içip dünden kalma helvayı atıştırabilmeyi nasıl da isterdi. Azize'nin büyüdüğünü, genç, güzel bir kadın olup çıktığını göremeyeceğini, düğününde ellerine kına yakıp nokul şekeri fırlatamayacağını düşünmek , acı vericiydi. Azize'nin çocuklarıyla hiç oynayamayacaktı. Yaşlanmayı ve Azize'nin çocuklarıyla oynamayı öyle çok isterdi ki.
Sen bana hiç kimselerin vermediğini verdin,beni ben ettin. Netsem neylesem bunu ödeyemem. Can ne ki! Ben bu canı çoktan attım köpeklere, tırnakları mı dersin tabanları mı dersin hepsi geçti. Etim zehir gibi gene. Kemiklerim hala çocuk. Saçlarıma tek tek aklar dadandı. Hoşuma gidiyor ustalaşıyor daha bir acı daha bir erkek oluyorum gitgide.
Leylâ, Zalim Leylâ!
Ben, belki yazamazdım da, melânko-lim ve
serseriliğim tutar da yazamaz, boş verirdimse, sen yazacak, “bu oğlan, öldü mü kaldı mı?” diye sen arayacaktın, değil mi?