İnsanın sonsuz bir evrende gönlünü elverdiğince genişletilmesi çok kıymetlidir. Böylece aldığı her soluğun, yaşadığı her deneyimin, attığı her adımın onda başka bir görgüye, bilgeliğe, lezzete ve ustalığa dönüştüğünü görür.
“En doğrusu buydu” dersin ve daha doğrusunu almaya kapatırsın kendini.
“Aşk buydu işte” dersin ve hakiki aşka kapatırsın kendini...
Oysa insan okyanus kadar genişleyebilmeli, enginleşebilmeli ki dolup taşabilsin, ustalaşsın, büyüyüp gelişsin...
....
Dolayısıyla bu noktada arayış içinde olabilmek çok önemli...
Sorular sormak, cevaplar aramak, ilimle meşgul olmak, öğrenmeyi sevmek, deneyimlere kucak açmak, irfana ulaşmak için çaba göstermek lazım gelir.
Elbette nasip diye bir hakikat de vardır ama nasip yolda olanı görür, yolda olanın karşısına ihtiyacı olduğu kadarıyla çıkar. Yolun kenarında bekleyenin, hayata izleyici kalanın nasiple buluşması mümkün müdür?
Değildir...
Yani bu aşamada da hesap kitap içinde olmamalı insan. “Nasibim bu kadarmış!” deyip kenara çekilmek ya da “İşin sonunda nasiplenilecek bir şey varsa uğraşalım..” deyip yola koyulmak aşk yolculuğunun yapısında yoktur.
“Aşk nasip işidir, hesap işi değil.
Aşk adayıştır, arayış değil.
Sen adanmış ve yanmışsan bu uğurda,
aşk sana uzak değil!”
Bulmak için arama! Ama unutma ki bulanlar da arayanlar olmuştur hep...
Elbette nasibinle buluşursun ama bunun için birtakım koşullar ve engeller koyma ortaya. Koşullar, buluşmayı geciktirir, zora sokar.
Sen kapıyı çalmaya devam et, o kapı elbet açılır. Sen yeter ki vurmayı bil, ne zaman açılır bilmem, yeter ki kapıda beklemeyi bil.