Kriz ve umutsuzluk anlarında kimiz biz? Daha derin, daha gerçek kendimiz mi oluruz yoksa neşelenip bir kendilik halinden uzaklaşır mıyız, aniden sıcaklığa ya da ışığa yönelen pervaneler gibi normal anlamlardan zincirlerimizi koparır mıyız? Birisinin ölme ihtimali varken daha iyi insanlar mıyız ve eğer öyleyse, neden? Daha mı zayıfız yoksa daha mı güçlü? Güzel miyiz yoksa sefil mi? Ciddi miyiz yoksa karikatür mü? Canlı olduğumuzu hatırlatsın diye gizlice ölümü mü arzularız?
Reklam
Virginia Woolf ne demişti hatırla: Ödülleri iade edin, onların bir anlamı olduğuna inanmak için zekice kandırılmanız gerekir.
Ama gitmedim ve ölü kız doğdu. Mavi ve soğuk olmasını beklemiştim. Cansız. Ölümün ağırlığını taşıdığını hissetmeyi beklemiştim. Ölmeyi bekledim, ona sarılmaktan ölmeyi, sessizce ve yumuşak nefeslerle.
Yaşamı ve ölümü tutuyordum -bu birbirine zıt olması gereken şeyleri, anlatı değerinin o işaretlerini, bir başlangıcı, bir sonu- hepsi aynı anda kollarımdaydı.
Çocukların masum ve aciz olduğunu sanırız, diye karaladı editörüne yazdığı bir notta, ama bu hem doğru hem değildir. En karanlık mezalimden ve şiddet eylemlerinden kaç çocuğun sağ çıktığını bir düşün. Yüz binlerce çocuk. Onlardan oluşan ordular. Haber sayılmayan.
Reklam
174 öğeden 111 ile 120 arasındakiler gösteriliyor.