Ordusunun başında İstanbul'a dönüyordu. İki yanında, hayatı boyunca değer verdiği, her birini bir kıymet hükmü yaptığı hocaları vardı. Durmadan sualler soruyor, yeni şeyler öğrenmenin hazzını yaşıyordu.
Bir ara, padişahın sağında at süren İbn-i Kemal'in atı şaha kalktı. Yol çok çamurluydu. Atın sıçrattığı çamur, Yavuz'un kaftanına bulaştı. Duruma çok üzülen, belki de endişelenen İbn-i Kemal, sözünü yarıda kesip sustu. Başını mahcubiyetle indirdi.
Yavuz, değerli hocasının edebî ve mahcubiyeti karşısında kızarmıştı:
“Gamkin olma - dertlenme-” dedi, “Sizin gibi bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim içün mukaddes bir süstür!”
Kaftanını çıkardı, dürdü, hemen temiz kaftan koşturan hizmetkârlarına uzattı:
“Vasiyetimdir: Öldüğüm zaman bu kaftanı üstüme örtsünler.”
Öldüğü zaman vasiyeti hatırlanmış, çamurlu kaftan cesedinin üstüne örtülmüştür.
Osmanlı'yı kısa zaman içinde yücelten sır, âlimlere ve ilme verilen değerde saklıdır.