Sekizinci Bürhan (Sekizinci delil,hüccet)
Gel, ey nefsim gibi kendini âkıl zanneden akılsız arkadaş! Şu saray-ı muhteşemin sahibini tanımak istemiyorsun! Halbuki her şey onu gösteriyor, ona işaret ediyor, ona şehadet ediyor. Bütün bu şeylerin şehadetini nasıl tekzip ediyorsun? Öyle ise bu sarayı da inkâr et ve "Âlem yok, memleket yok." de ve kendini de inkâr et, ortadan çık.
Üçüncü Bürhan (Üçüncü delil,hüccet)
Gel, bu müteharrik antika sanatlarına bak! Her birisi öyle bir tarzda yapılmış, âdeta bu koca sarayın bir küçük nüshasıdır. Bütün bu sarayda ne varsa o küçücük müteharrik makinelerde bulunuyor. Hiç mümkün müdür ki bu sarayın ustasından başka birisi gelip bu acib sarayı küçük bir makinede dercetsin? Hem hiç mümkün müdür ki bir kutu kadar bir makine bütün bir âlemi içine aldığı halde, tesadüfî veyahut abes bir iş içinde bulunsun? Demek, bütün gözün gördüğü ne kadar antika makineler var, o gizli zatın birer sikkesi hükmündedirler. Belki birer dellâl, birer ilanname hükmündedirler. Lisan-ı halleriyle derler ki: "Biz öyle bir zatın sanatıyız ki bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır."
Reklam
Kur'anın bir cenahı mazide, bir cenahı müstakbelde, kökü ve bir kanadı eski Peygamberlerin ittifaklı hakikatları olduğu ve bu onları tasdik ve teyid ettiği ve onlar dahi tevafukun lisan-ı haliyle bunu tasdik ettikleri gibi, öyle de: Evliya ve asfiya gibi ondan hayat alan semereleri ve hayatdar tekemmülleriyle, şecere-i mübarekelerinin hayatdar, feyizdar ve hakikat-medar olduğuna delalet eden ve ikinci kanadının himayesi altında yetişen ve yaşayan velayetin bütün hak tarîkatları ve İslâmiyetin bütün hakikatlı ilimleri, Kur'anın ayn-ı hak ve mecma-ı hakaik ve câmiiyette misilsiz bir hârika olduğuna şehadet eder. Ayet-ül Kübra - 84
Arapçada şakanın adı "mizah"tır. Mizahın mânası, uzaklıktır. Bunun için Hz. Ömer "Şakaya niçin mîzah adı verildi biliyor musunuz? İnsanı haktan uzaklaştırdığı için" demiştir.
Hz. Ömer (r.a.) "Gülmesi çoğalanın heybeti azalır, şaka yapan eğlenceye alınır. Bir şeyi çok yapan onunla tanınır. Çok konuşan çok düşer, çok düşenin hayâsı azalır, hayâsı azalan kimse şübheli şeylerden az kaçınır. Şübheli şeylerden az kaçınanın kalbi ölür” demiştir. Gülmek, âhireti unutmağa delâlet ettiği için, Resûl-i Ekrem: لَوْ تَعْلَمُونَ ما أَعْلَمُ لَبَكَيْتُمْ كَثِيراً وَلَضَحِكْتُمْ قَلِيلاً "Eğer benim bildiğimi siz bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” buyurmuştur.
Adamın biri Resûl-i Ekrem'e: - Bana nasihat et, deyince, Resül-i Ekrem: - Lânetci olmamağı sana tavsiye ederim, buyurdu. İbn Ömer (r.a.) de, "Allah katında en sevimsiz insân, şuna buna kötü söyleyip lânet eden kimsedir" buyurdu.
Reklam
Ölüler Hakkında Konuşmak
Yine Resûl-i Ekrem: لا تَسُبُّوا الأمْواتَ فَتُؤْذُوا به الأحياء "Ölülere kötü söylemeyin, zîra bu sebeble hayattaki yakınlarını incitmiş olursunuz." Diğer bir hadisde de: أَيُّهَا النَّاسُ احْفَظُونِي فِي أصْحَابِي وَإِخْوَانِي وَأَصْهَارِي وَلَا تَسُبُّوهُمْ، أَيُّهَا النَّاسُ إِذَا مَاتَ الْمَيِّتُ فَاذْكُرُوا مِنْهُ خَيْراً "Ey İnsanlar, ashâbım, kardeşlerim ve yakınlarım husûsunda beni düşününüz ve onların aleyhinde konuşmayınız. Ey insanlar, biri öldüğü zaman, onun (kötülüklerini değil) iyiliklerini anınız” buyurmuştur.
Muaz (r.a.) diyor ki; Resûl-i Ekrem bana: أنهاكَ أَنْ تَشْتُمَ مُسْلِماً أَوْ تَعْصِيَ إماماً عادِلاً "Müslümâna kötü söylemekten ve âdil hükümdara isyan etmekten seni nehy ederim” buyurdu.
Lânet, Allah'tan kovulmak ve uzaklaştırmak mânasındadır ki bu, ancak Allah'tan uzaklaşmağı gerektiren sıfatlara sahip olduğu zamandır. Başka süretle câiz değildir. O sıfatlar da küfür ve zulüm vasıflarıdır. Meselâ: "Allah'ın lâneti zâlimler veya kâfirler üzerine olsun" gibi. Burada Şerîat'ın lâfzına uymalıdır. Çünkü lânette büyük tehlike vardır. Zîra lânet, mel'ûnu uzaklaştırdı demek Allah'a karşı bir hükümdür. Bu da gaybdır. Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. Ancak, Allahu Teâlâ bildirmiş ise peygamberi de bilebilir.
Kulaktaki zar, nur-u iman ile ışıklandığı zaman, kainattan gelen manevi nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder.
Reklam
Alıntıya Gel-Okuyu(Yol)Cu!
Bir kadına duyulan sevgi, bedensel bir arzu bile ona tanrısal bir hikmet yüklenmeden, doğanın bütün şöleni o be­dene yansıtılmadan, sevgi bir mucizeye dönüştürülmeden söylenemez. Söylenirse bu, sevgiliye, ona duyulan aşka, in­sanın büyüklüğüne yapılabilecek bir aşağılama, bir haksızlık, sözcüğün hakiki ve mecazi anlamıyla bir günahtır. Çünkü bu sevgi, gider varlığını bir büyük varoluştan alır. Bu sevgi ne kadar büyük olursa, insan üzerinden tanrıya/doğaya o ka­dar büyük sevgi gösterilmiş olacaktır: "Kim güzele candan aşık olurdu/ Allah'ın sevgisi kula düşmeden. " Kula düşen sevgi böyle bir yüceden geliyorsa, sevgiliye söylenecek söz, sevenin de sevilenin de yaratıcısına yakışır olmalıdır: "Cemali güneştir dil­leri ayet/ Kaşları Zülfikar gözleri Tevrat/ Zülüfleri Zebur İncil'dir kamet/ Muhabbet gönlümü Kuran'a çekti. " Aşığımız bir aşkın esrarına ermiştir yine. Dil, doğadan ve eski büyük aşklardan alacaktır anlatım gücünü: "Bazı güneşteyim bazı yeldeyim/ Bazı yağmurdayım bazı seldeyim/ Bir Leyla peşinde ıssız çöldeyim/ Bir garip Mecnun'a yoldaş gibiyim. " İmgesel dolayımını bu kadar kutsaldan, doğanın büyüklüğünden alan bir aşkın bitişi de başlangıcındaki coşkusuna yakışır bir acıyla dile gelecektir: "Yüce bir dağ idim dümdüz eyledin/ Ayaklar altında bir toz eyledin/ Akan pınar idim susuz eyledin/ Güzel baharımı kara çevirdin// Ben isminden başka lisan bilmezdim/ Kemalinden başka sultan bilmez­ dim/ Gül yüzünden başka Rahman bilmezdim/ Yaktın bu gönlümü nara çevirdin. "
"...Lisan hafıza işi; oğlanda ise o meleke ötekilerinden de berbad! Ramazan'ın başından beri çalıştığı Tebbet Yedâ sûresini Kadir gecesi dinletebildi, o da dört yanlışla! Sonra da bana, "Baba beni hafız mı etmek istiyorsun?" demesin mi? "Oğlum, böyle birşey aklımdan geçmedi. Zaten baksana, maazallah öyle bir tasavvurum olsa, bu gidişle ömr-i beşer değil, ömr-i beşeriyet bile yetişmeyecek" dedim. "Maamâfih çocuğun gayet iyi bir hâli var: Kendisinden son derecede memnun." :)
Sayfa 39 - Şule YayınlarıKitabı okuyor
Yine Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: ذَرُوا الْمِرَاءَ فَإِنَّهُ لا تُفْهَمُ حِكْمَتُهُ وَلَا تُؤْمَنُ فِتْنَتُهُ "İtirazı terkedin; zîra onun hikmeti anlaşılmaz ve fitnesinden emin olunmaz."
Lûtf u keremiyle bizi bâtıldan korumasını Allahu Teâlâ'dan dileriz.
Kâinat, iman nuruyla matem-i umumî yeri olmaktan çıkıp mescid-i zikir ve şükür olmuştur. Birbirine düşman telakki edilen mevcudat, birbirine ahbap ve kardeş olmuşlardır. Cenaze ve ölü şeklini gösteren cemadat, ünsiyetli birer hayattar ve lisan-ı haliyle Hâlık'ının âyâtını nâtık birer musahhar memuru şekline giriyorlar. Ağlayan, müteşekki ve eytam kıyafetinde görünen insan; ibadetinde zâkir, Hâlık'ına şâkir sıfatını takınıyor. Ve kâinatın harekât, tenevvüat, tagayyürat ve nukuşu abesiyetten kurtuluyor.
Resim