Yine Resûl-i Ekrem:
لا تَسُبُّوا الأمْواتَ فَتُؤْذُوا به الأحياء
"Ölülere kötü söylemeyin, zîra bu sebeble hayattaki yakınlarını incitmiş olursunuz."
Diğer bir hadisde de:
أَيُّهَا النَّاسُ احْفَظُونِي فِي أصْحَابِي وَإِخْوَانِي وَأَصْهَارِي وَلَا تَسُبُّوهُمْ، أَيُّهَا النَّاسُ إِذَا مَاتَ الْمَيِّتُ فَاذْكُرُوا مِنْهُ خَيْراً
"Ey İnsanlar, ashâbım, kardeşlerim ve yakınlarım husûsunda beni düşününüz ve onların aleyhinde konuşmayınız. Ey insanlar, biri öldüğü zaman, onun (kötülüklerini değil) iyiliklerini anınız” buyurmuştur.
Lânet, Allah'tan kovulmak ve uzaklaştırmak mânasındadır ki bu, ancak Allah'tan uzaklaşmağı gerektiren sıfatlara sahip olduğu zamandır. Başka süretle câiz değildir. O sıfatlar da küfür ve zulüm vasıflarıdır. Meselâ: "Allah'ın lâneti zâlimler veya kâfirler üzerine olsun" gibi. Burada Şerîat'ın lâfzına uymalıdır. Çünkü lânette büyük tehlike vardır. Zîra lânet, mel'ûnu uzaklaştırdı demek Allah'a karşı bir hükümdür. Bu da gaybdır. Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. Ancak, Allahu Teâlâ bildirmiş ise peygamberi de bilebilir.
Bir kadına duyulan sevgi, bedensel bir arzu bile ona tanrısal bir hikmet yüklenmeden, doğanın bütün şöleni o bedene yansıtılmadan, sevgi bir mucizeye dönüştürülmeden söylenemez. Söylenirse bu, sevgiliye, ona duyulan aşka, insanın büyüklüğüne yapılabilecek bir aşağılama, bir haksızlık, sözcüğün hakiki ve mecazi anlamıyla bir günahtır. Çünkü bu sevgi, gider varlığını bir büyük varoluştan alır. Bu sevgi ne kadar büyük olursa, insan üzerinden tanrıya/doğaya o kadar büyük sevgi gösterilmiş olacaktır: "Kim güzele candan aşık olurdu/ Allah'ın sevgisi kula düşmeden. " Kula düşen sevgi böyle bir yüceden geliyorsa, sevgiliye söylenecek söz, sevenin de sevilenin de yaratıcısına yakışır olmalıdır: "Cemali güneştir dilleri ayet/ Kaşları Zülfikar gözleri Tevrat/ Zülüfleri Zebur İncil'dir kamet/ Muhabbet gönlümü Kuran'a çekti. " Aşığımız bir aşkın esrarına ermiştir yine. Dil, doğadan ve eski büyük aşklardan alacaktır anlatım gücünü: "Bazı güneşteyim bazı yeldeyim/ Bazı yağmurdayım bazı seldeyim/ Bir Leyla peşinde ıssız çöldeyim/ Bir garip Mecnun'a yoldaş gibiyim. " İmgesel dolayımını bu kadar kutsaldan, doğanın büyüklüğünden alan bir aşkın bitişi de başlangıcındaki coşkusuna yakışır bir acıyla dile gelecektir:
"Yüce bir dağ idim dümdüz eyledin/ Ayaklar altında bir toz eyledin/ Akan pınar idim susuz eyledin/ Güzel baharımı kara çevirdin// Ben isminden başka lisan bilmezdim/ Kemalinden başka sultan bilmez dim/ Gül yüzünden başka Rahman bilmezdim/ Yaktın bu gönlümü nara çevirdin. "
"...Lisan hafıza işi; oğlanda ise o meleke ötekilerinden de berbad! Ramazan'ın başından beri çalıştığı Tebbet Yedâ sûresini Kadir gecesi dinletebildi, o da dört yanlışla! Sonra da bana, "Baba beni hafız mı etmek istiyorsun?" demesin mi? "Oğlum, böyle birşey aklımdan geçmedi. Zaten baksana, maazallah öyle bir tasavvurum olsa, bu gidişle ömr-i beşer değil, ömr-i beşeriyet bile yetişmeyecek" dedim.
"Maamâfih çocuğun gayet iyi bir hâli var: Kendisinden son derecede memnun." :)
Yine Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
ذَرُوا الْمِرَاءَ فَإِنَّهُ لا تُفْهَمُ حِكْمَتُهُ وَلَا تُؤْمَنُ فِتْنَتُهُ
"İtirazı terkedin; zîra onun hikmeti anlaşılmaz ve fitnesinden emin olunmaz."
Kur'anın hakikî tercümesi kabil değil ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur'anın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez
Sözler - 461
Öyle kelimeler olur ki, Allahu Teâlâ onun karşılığında Cennet'de bir köşk verir. Bir hazîne almağa gücü yeterken onun yerine faydasız bir boncuk alan elbette aldanmış ve büyük hüsrândadır, işte zikrullahı terkedip faydasız mubâhlarla meşgül olan böyledir.
İbn Mes'ûd (r.a.) diyor ki; Resûl i Ekrem şöyle buyurmuştur:
النَّاسُ ثَلاثَةٌ عَالِمٌ وَسالِمٌ وَشَاحِبٌ، فَالْغَانِمُ الَّذِي يَذْكُرُ اللَّهُ تَعَالَى وَالسَّالِمُ السَّاكِتُ وَالسَّاحِبُ الَّذِي يَخُوضُ فِي الْبَاطِلِ
"İnsanlar üç kısımdır. Bir kısmı kârda, bir kısmı selâmette ve bir kısmı da belâktedir. Kârda olanlar, Allah'ı zikredenlerdir. Selâmette olanlar, diline sahib olanlardır. Helâke gidenler ise, bâtıl ve boş sözlere dalanlardır. "
Yine Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَالْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَسْكُت
"Allah'a ve âhiret gününe imânı olan, hayır söylesin veya sükût etsin.