Monolog şeklinde yazılan bu kitabın ana teması suçluluk. Örtülü bir diyalog ile karşı karşıyayız kitap sonuna kadar. Ana karakterimiz Jean-Baptiste Clamence önceleri hep iyiliksever, rahat, sıkıntısız yaşadığı dönemleri, iyilik yapma ile ilgili esaslarından bahsetmesiyle başlıyor. Kendisi bir avukat. Baştan sona kadar sürekli bir şeyleri sorguluyoruz Clamence ild birlikte bazen aşkı, bazen ikiyüzlülüğü, kötülük ve iyilik, yardımseverliğin sebeb ve sonuçlarını ve pek tabii yaşam ve ölümü...
Hikayede kendini Seine nehrinden atan bir kadının etkisi oldukça mevcut çünkü Clamence yardım etmediği için, yani kurtarmadığı için kadını - her ne kadar yardım istenmese de - burdan itibaren hayatını sorgulamaya ve vicdan nedir, intihar nedir, intihar karşısında intihar eden ve diğerleri nedir sorguluyor. "Ölüm yeterli ve her şeyi bağışlatan bir cezaydı kendi başına. Orada insan, can çekişmenin teri içinde kurtuluşunu (yani kesin olarak yok olma hakkını) kazanıyordu."
Kitapta yürütülen vicdan muhasebesi sonunda Clamence yaptığı şeyin en doğrusu olduğu kanısına varıyor. Açıkcası aynı fikirdeyim. Ölüm sancılı olacaktır illaki ama ölmek isteyen birine yardım etmezdim diye düşünüyorum.
Bunu şu an düşündüm ve yazarken ürperdim desem inanır mısınız?
Belki Camus bu eserinde hepimizin her gün düştüğü ve vicdanını sorgulamadığı bu durumu yazarak aslında bizim, toplumun düşüşünü yazdı. Hikayenin sonunda vicdan azabı çekmemiz gerekir miydi sizce?