İnsanların kriz anında yaptıkları şeylerin aslında gerçek benlikleri olup olmadığını merak ediyordu. Göstermelik ve sosyal tüm terbiyelerinden arınmış halleri. Her şey tıkırındayken düzgün davranmak kolaydı. Fakat kıyamet koparken düzgün davranabilmek tamamen başka bir konuydu.
İnsanlar her şeyin adil olmasını beklerdi. Kural, düzen demekti. Kurallar olmasa herkes birbirini öldürürdü. Ve her şey sırada yer kapmakla, engelli yerlerine park etmekle, asansörde sigara içmekle başlıyordu. Ve cinayetle de bitiyordu.
Peki ama bir cankurtaran gemisi ne zaman bir hapishaneye dönüşür? Çare sandığın ilaç ne zaman sana zarar vermeye başlar?
Eğer bir insan bir kere cinayet işleyebildiyse bunu tekrar edecektir.
"Bence çoğu kadın gibi o da erkeklerin etrafında farklı davranıyordu. Erkekler genelde muhtaç kadınlara karşı anlayışlı davranırlar, sen de öylesin. Julia hassas bir kadındı. Ama bence bu tarz şeyleri kendi çıkarına kullanıyordu. Muhtemelen yaşamı boyunca da öyle yapmıştı. Ve bence onun yaşadığı trajedi, özgüven eksikliğinden kaynaklanmıyordu. Ki bence gerçekten kendine güveni olmayan bir kadındı. Onun trajedisinin nedeni, kurtuluşunu her zaman erkeklerin eline bırakmasıydı. Asla kendi kendini kurtarmak zorunda kalmamış. Bunu yapabileceğini de hiçbir zaman bilmemiş."
"Hepimize kibar olmamız gerektiği öğretilir. Ama Julia Martin için bu bir istekten öte gibiydi. Daha çok bir ihtiyaçtı."
Onları, her ne kadar yıpratıcı olsa da bilindik, acı ve şok diyarından alıp yalnızca çok şanslı birkaç kişi tarafından ziyaret edilen cehennem dünyasına, insanların birbirini kasıtlı olarak öldürdüğü kıyıya götürüyordu.
Matem dolu bir salon, öfke dolu bir salondan çok daha beterdi. İnsan öfkeye alışıyordu. Günbegün öfkeye maruz kalıp onu özümsemesini ya da umursamamayı öğreniyordu. Ya da uzaklaşmayı. Fakat kederden kaçış yoktu. Er ya da geç gelir seni bulurdu. Bu en çok korktuğumuz şeydi. Korktuğumuz, birini ya da bir şeyi kaybetmekti, acı çekmek değil. Bütün bunların özüne indiğiniz zaman olan şeydi. Çünkü bütün bunlar bizi yasa sokuyordu.
Cinayet aslında son derece insani bir eylemdi. Öldüren de öldürülen de bir insandı. Ve bir olayı cinayet noktasına getiren de anlık bir heves, bir olay değildi. Duyguydu. Bir zamanlar sağlıklı ve insancıl olan bir his, zamanla kötüleşerek kabarıyor ve derine gömülüyordu. Ama gömüldüğü yerde de rahat kalmıyordu. Kimi zaman on yıllarca gömüldüğü yerde kalıp kendi kendine besleniyor, büyüyor, hırçınlaşıyor ve kinle doluyordu. Derken sonunda bütün insancıl bağlarından kopup serbest kalıyordu. O noktadan sonra bu duyguyu ne vicdan, ne korku ne de görgü kuralları dizginleyebilirdi. İşte olay o dereceye geldiğinde kıyamet kopuyordu. Bir insan, katile dönüşüyordu.
"Zihin de kendi başına bir yerdir, mösyö," dedi Reine-Marie. "Cehennemi cennete, cenneti cehenneme çevirebilir.
Bu yabanıl dünyanın ortasındaki bir ev için, başka insanlarla ve başka insanların çocuklarıyla ilgilenmek için kendi sahip olabileceği çocuklardan vazgeçmişti.
Clara'ya öyle bir bakıyordu ki, sanki az önce ona kanatlarını açıp uçabilirdin, demişti. Bunu görebiliyordu. Peter için bu imkânsızı istemekti. Ama öte yandan Peter Morrow'un isterse uçabileceğini de biliyordu.
Fakat gücün sertlikle aynı şey olmadığını, heybetli bir kadın ile zorba bir kadının birbirinden farklı şeyler olduğunu biliyordu.
Resim