Savaşın arkaik toplumlarda hayati malların kıtlığından doğan bir var olma mücadelesi olduğu hakkında yaygın bir kanı vardır. Pierre Clastres, savaşın yalnızca saldırganlığa dayandığı teziyle buna karşı çıkıyor. Lêvi-Strauss'un savaş ve değiştokuş arasında kurduğu sıkı bağa karşın, savaşın özerk ve yıkıcı bir enerjiden doğduğunu ve bunun ticaretle ve değiştokuşla ilgisi olmadığını belirtiyor.
"Yazıyla insan hayatı arasındaki garip ilişkiyi düşündüm. Yazı doğal bir şey değildi. İcat edilmişti, yani uçmak gibi o da doğamızda yoktu. Bu yüzden uçmaktan nasıl korkuyorsak yazıdan da korkuyorduk. Claude Lêvi-Strauss insanlığın gerilemesini yazının icadına bağlarken haklı mıydı yoksa?
En masum insan eylemleri yazıya geçirilince, hele gazetede haber olunca, bir suç havası veriyordu. Akşam evden çıkıp, Beyoğlu'nda bir arkadaşınızla buluşabilir, Rejans'ta bir akşam yemeği yiyebilir ve eve dönebilirdiniz. Bu dünyanın en olağan davranışlarından biri olurdu. Ama bir gazetede, bir rapor, bir polis tutanağı aynı eylemi yazdığında suç gibi bir şeyler çıkardı ortaya."
Yeryüzü günahkarların vatanıdır. Günahsız olanlar, dünyaya hiç gelmeyenlerdir. Rabb’in huzuruna aslında günahsızlıkla değil, günahlarımızdan temizlene temizlene gidiyoruz. Fazilet, dünyaya günahsız gelip, buradan günahsız gitmek değil, günahlarından temizlenmesini bilmektir. Ebediliği fetheden kahramanlar, günahlarından temizlenmenin en ûlvi, en muhteşem vasıtalarını kullananalardır; günahtan sevaba, şerlerden hayra kahraman bir atlayışla geçebilen cesur ruhlardır.