Humâyûn kendi kendine mırıldanıyordu:
"Doğru mu acaba!.. mümkün mü acaba?.. o kadar genç yaşta, orada şah Abdülazim mezarlığında binlerce ölünün arasında, nemli ve soğuk toprağın altında yatmış!.. kefeni tenine yapışmış!.. artık ne baharın gelişini görür ne güzün sonunu, ne de bugünkü gibi bu ucu ve gam dolu günleri!.. acaba gözünün parlaklığı ve sesinin ahengi tamamen kaybolmuş mudur? Halbuki o ne kadar güleçti! Ne esprili sözler ediyordu!.."
Gökyüzü masmavi, bahçe yeşil ve tepe üzerinde çiçekler açmış. Hafif bir esinti çiçek kokularını buralara kadar getiriyor. Fakat ne fayda! Ben artık hiçbir şeyden zevk alamıyorum.