1980’lerde, kapitalizme en azından ismen siyasal alternatifler vardı. Gelgelelim, şu anda tartıştığımız şey, kültürel ve siyasal kısırlığın daha derin, çok daha yayılgan bir tüketilmişlik anlayışı. 80’lerde "Gerçekten Varolan Sosyalizm", çöküşünün son evresinde olmasına karşın, hala direniyordu. İngiltere’de sınıf çatışmasının fay hatları, 1984-85 Madenciler Grevi gibi bir olayda alabildiğine açığa çıkmıştı ve madencilerin yenilgisi, kapitalist gerekçiliğin gelişmesinde, simgesel boyutunda olduğu kadar pratik etkilerinde de en az düzeyde olmak üzere, önemli bir an oluşturdu. Kuyuların kapatılması, tastamam bunları açık tutmanın "ekonomik olarak gerçekçi" olmayacağı gerekçesiyle savunuldu ve madencilere yok oluşa mahkum bir proleter romansında son oyuncuların rolü verildi. 80’ler, kapitalist gerçekçilik için savaşım verilen ve Margaret Thatcher’ın kapitalist gerçekçiliğin umut edebileceğiniz kadar özlü bir sloganı olarak ileri sürdüğü "başka alternatif yok" doktrininin zalimce kendini gerçekleştiren bir kehanet olduğu zaman, yerleştirildiği dönem oldu.