Ve topyekün dünya edebiyatı, insanlığın bu en görkemli mirası, sesi kısılanların sesi değil miydi acaba?
Ruhları bir deprem gibi sarsan sağlam ve güçlü yazarlar, kendilerini, Tanrı gibi olmasa bile, Tanrı katında bir nebi gibi
hissederler ve haysiyetin doruğu bu yoğun duyguyla anlatılarını kurarlar. Sözgelimi Tolstoy, yakın zamandan Mann, Musil,
Proust, Faulkner, Camus, Canetti, Kemal böyle yazarlardır.
Onlar, tıpkı Zeus ve öteki Tanrılar'ın, Ida Dağı'nda Troia Savaşı'nı (farklı isimlendirmelere karşı Troia kazılarının lideri rahmetli profesör Korfmann'ın tüm dünya dilleri için önerdiği isim buydu, Troia) yönetmeleri gibi, anlatılarını bir ilaha benzer biçimde, yücelerden kurarlar. Bir yazar olarak benim durumum ise çok farklı; ben Akhilleus'un kılıç darbeleriyle katledilmiş Hektor'un rencide edilmiş yerdeki cesedinin tere, kana, kuma ve toza bulanmış belli belirsiz gölgesiyim. Kendimi
hep böyle hissettim; en altta, mağlup ve mağdur. Gücüm de hep bu oldu.
Mağluplar ve mağdurlar ... ve onların isimlerinin bile anımsanmasına, ölülerinin bile kutsatmasına müsaade etmeyen galipler. İşte tarihin zalim ve ahlakdışı akışı; tüm zamanların insanlığı boğan en yaman, korkunç karşıtlıgı.