Edebiyatın alçak kahramanlarının bize çekici gelmesinin bir nedeni onları kendi ötekilerimiz olarak algılamamız, oradaki canavarı, deliyi, günahkârı, suçluyu romantikleştirme eğilimimizse, diğeri bu kahramanları toplumun ikiyüzlülüğünü sahiden açığa çıkartan olumsuz bir enerjiye sahip olmalarıdır. Stavrogin’in kibar insanların sıkıcı ortamına bir bomba gibi düşen rezilliklerinin, en azından romanı okuduğumuz sırada bizi rahatlatıyor olmasının nedeni de budur.
Dostoyevski'de mecazi olan, Kafka'da kâbusvari bir gerçeğe dönüşür. Dostoyevski'nin kahramanları böcekleşmekten korkar; Dönüşüm Gregor Samsa'nın sahiden böceğe dönüşmesiyle başlar.
Reklam
Yarayı ancak açan iyileştirebilir; ama o da iyileştirmeyecektir.
Her şeyi anında parodileştiren, akıl yürüterek yenemediğini şakanın gücüyle değersizleştiren, inançsızlığını başkalarını eleştirmeye değil, küçük düşürmeye adamış sinik alaycılık.Her problemin hakkından bir sözcük oyunuyla gelen bir hafifseme tekniği. Doğruyla bağını çoktan koparmış bir maske düşürme merakı.
"Zaten yasaya da kendine bu kadar ölü ve kayıtsız" olduğu için karşı çıkmaz mı Dostoyevski kahramanı? Tanrı'ya olan isyanı bile Tanrı'nın gerçekten var olup olmasından çok, adaletsizliğinden, kayıtsızlığından, görmüyor olmasından kaynaklanmaz mı? Tanrı'ya tam da masumun acısına, özellikle de küçük çocuğunkine kayıtsız kaldığı için başkaldırmaz mı Ivan Karamazov?
Suç ve Ceza da Raskolnikov Napolyon'u örnek alır. Budala'da Lebedev, Talleyrand'a özenir. Delikanlı'da Dolgorukiy bankerler kralı "para babası" Rothschild olmak ister. Zaten Dostoyevski okurları bu romanlarda en çok karşılaşılan iki sözcükten birinin "gurur", İkincisinin "ruble" olduğunu fark etmişlerdir.
Sayfa 32 - Metis YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Bakışın çifte doğası: Kendimizi eksiksiz hissetmemiz için başkasının bizi görmesi gerekir; ama diğer yandan, etrafımızı saran gözler imparatorluğu bize her an gözaltında olduğumuzu söyler...
Görülme ihtiyacının görülme tedirginliğini beraberinde getirmesi
Bakışın, çoğu psikanaliz kuramının vurguladığı aynalayıcı özelliğine değil, oradaki egemenlik ilişkisine, ötekinin bakışının tek taraflılığına, bunun yol açtığı tedirginliğe çevirmişti Sartre esas dikkatini.
Oğuz Atay yalnızca "tutunamamanın acısı"nı değil, aynı zamanda bu acının bir dilsel şiddete maruz kalmak anlamına geldiğini, "aşağılayan, ezen, soluk aldırmayan kelimeler"le savaşmayı gerektirdiğini de anlatmıştı. Acının bir inandırıcılık kaybına yol açmadan, acı çekeni küçük düşürmeden, onu aynı zamanda yüceltmeden nasıl anlatılacağını sorun edinenler için muazzam bir ufuk sunar yapıtları.
Devasa romanındaki şaka örtüsünü ucundan bir kez daha kaldırarak, upuzun bir liste halinde, sanki hiçbir şeyi dışarıda bırakmama gayretiyle şöyle tanımlamıştı "onlar"ı orada Atay: "bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyerek, eziyet eden, hor gören, alay eden, ıstırabı paylaşamayan, insanlar arasına duvarlar çeken, küçümseyen, çaresiz bırakan, yalnız bırakan, terk eden, baskı yapan, istismar eden, ezen, cesaret kıran, iyilik etmeyen, değer vermeyen, kalbi temiz olmayan, doğruyu yanlış gösteren, yanlışı doğru gösteren, samimiyetsiz, insafsız, korkutan, yanına yaklaştırmayan, başkasının yaşama hakkına saygı duymayan ve kendinden memnun olabilmek için her davranışı meşru sayan onlar... "
796 öğeden 521 ile 530 arasındakiler gösteriliyor.