Ben sufi Müslümanım. Bunu kıvırmadan söylüyorum. Diğer her türlü İslam anlayışına da sevgi ve saygı beslerim. Mesela Vahhabi bir tanıdığım var. Çok severim kendisini. Der ki, "Mahmut, ben sizin bu sufizmi anlamıyorum bir türlü, bana hiç hitap etmiyor." Saygı duyuyorum tabii. Kalkıp bana kafir demediği müddetçe eyvallahl
Sayfa 43 - sufi
Mahmut Erol Kılıç dine coşku, anlam ve ritim katması yönüyle tasavvufu bir bütün halinde şiir olarak tanımlar.
Sayfa 296 - GrafikerKitabı okudu
Reklam
Aziz Şehitler Ruhunuz Şad Olsun
01. ABDULLAH TAYYİP OLÇOK 02. ADİL BÜYÜKCENGİZ 03. AHMET KARA 04. AHMET KOCABAY 05. AHMET ORUÇ 06. AHMET ÖZSOY 07. AKIN SERTÇELİK 08. AKİF ALTAY
Mahmut Erol Kılıç
İnşallah, Müslümanlar da Tasavvufun Zenginliğini Keşfederler! Bir de Türkiye'de iken zerrece tasavvufla ilgisi olmayan kimselerin, özellikle aydınlarımızın yurtdışına çıktıktan sonra tasavvufa ilgi duyması, Mevlânâ'ya âşık olması veya bir batılının Mevlânâ hakkındaki bir çalışmasının dilimize kazandırılması sonrasında Mevlânâ'ya yönelik
Sayfa 36 - HayyKitap genişletilmiş 2. Baskı, Şubat 2012Kitabı okudu
Mahmut Erol Kılıç
Osmanlı Mutasavvıfları iki Anneden Süt Emmişlerdir Her iki ârifi anlamada Osmanlı tasavvuf geleneği bence mükemmel bir senteze ulaşmıştır. Osmanlı mutasavvıfları âdeta iki anneden süt emmiştir. Gâh İbnü'l-Arabî'nin görüşlerini Mevlânâ'nın şiirleriyle okumuşlar gâh Mevlânâ'nın ilâhî cezbesini İbnü'l-Arabî'den okumuşlardır. Böylece iki devi bir araya getirip ondan çok güzel mahsulât almıştır Osmanlı irfân çiftçileri: Ankaravî, Şeyh Galip, Esad Dede, Ahmet Avni Konuk hep bu çizgide olmuşlardır. Mesnevî'yi yorumlamak, Mevlânâ'nın metafor ve mecâzlarının anahtarlarını elde edebilmek ancak İbnü'l-Arabî'nin düşünceleri sayesinde mümkün olmuştur. "Efendim, İbnü'l-Arabî iyi hoş güzel de, bizim yolumuz İbnü'l-Arabî yolu değil.” demek ve iki ârifi ayırmaya çalışmak yeni bir bidattir, bir tür gelenekten koparma ve başkalaştırma gayretidir. Gölpınarlı gibi bazı edebiyat târihçileri her ne kadar bu yaklaşımda olmuşlarsa da ne Mevlevî geleneğinde, ne Hamzavî geleneğinde bu böyle olmuştur. Âhir ömründe keşfettiği ceddinin mezhebi olan Şiâ'nın irfânî kanadından ziyade Hüccetîler denilen ham-softa kanalının yaklaşımlarıdır bunlar. Onun tesiriyle günümüzde böyle bir ayrıma temayül eden bir yaklaşım var ki bu, tasavvuf doktrinini çok iyi bilmeyen birtakım edebiyat târihçilerinin ukalâca gayretlerinden başka bir şey değildir. Tasavvufî zevke ve duyuşa sâhip olanlar bunlara hiçbir zaman iltifat etmemişlerdir.
Sayfa 35 - HayyKitap genişletilmiş 2. Baskı, Şubat 2012Kitabı okudu
Reklam
Mahmut Erol Kılıç
Peki Mevlânâ'ya gelirsek... Mevlânâ der ki "Ben kendi memleketimde kalsaydım, düzyazı ile dini anlatmaya çalışan bir din âlimi olacaktım. Ama Anadolu'ya geldiğimde buradaki insanların arzuları doğrultusunda şiire meylettim. Yoksa ben şiir yazma heveslisi değildim.” Demek ki onun Mesnevî'sine salt bir edebiyat kitabı olarak bakmamak lazımdır. Onun da derdi bir şeyler aktarabilmek, vesile olarak da şiiri kullanmaktadır. Mesnevî bir eğitim kitabıdır, bir doktrini vardır. Fakat onun şiirlerinde, ister istemez İbnü'l-Arabî kadar insan hayatının her sahasını kuşatma gibi bir iddia yoktur. Mevlânâ zâhirî ilimleri, salt zâhiren yaşanan bir dinî hayatı en uç noktasında tadıp zâhirî ilimlerin kifayetsizliğini gördükten sonra tek başına bu tadsız tuzsuz ilimlerle bu işin olamayacağını, hayatın anlamının keşfedilemeyeceğini haykırmak üzere bir manifesto olarak Mesnevi'sini, Divân-ı Kebîr'ini yazmıştır. Âdeta bir haykırıştır Mevlânâ'nın eserleri. Zâhirî ilimlerle, mantıkla, beş duyunun imkânlarıyla ve bunların temsilcileriyle âdeta dalga geçmektedir. Gazalî'nin el-Munkiz mined-Dalal'inde izlediği sürecin bir benzerini müşâhede ederiz onun şiirlerinde. Hatta daha sonra şiirden de çekmiş elini ve şiirden de bıktım demiştir. Binaenaleyh Mevlânâ'nın ifâde ediş düzeyi zâhirî ilimler düzeyi olmayıp onun en üst mertebesi olan bâtınî ilimler düzeyidir, bundan dolayı da evrenseldir. Bu nedenle de çevrildiği dillerdeki okuyuculardan kendi kültürleri içerisinde pozitivist, rasyonalist bir hayatı yaşayıp onun açmazlarını birebir görmüş olanlar arasında daha çok etki sini göstermektedir.
Sayfa 34 - HayyKitap genişletilmiş 2. Baskı, Şubat 2012Kitabı okudu
Mahmut Erol Kılıç
Meselâ Ahmed Gazali de büyük bir sûfidir. Ama onun düşüncelerini, görüşlerini tam inceleyebilmemiz için elimizde en temel eseri olarak sadece Sevânihu'l-Uşşak'ı vardır. (Bu eserin Türkçeye çevrildiğini de bu vesile ile hatırlatmak isterim). Şimdi bu eserinden Ahmed Gazal'nin ilahî aşk görüşünü çıkarabilmekteyiz ama onun fıkhi görüşlerini çıkaramıyoruz. Tedbîrât-ı İlâhiye görüşünü, âlemin tedbir ve tedvirine, evrende cârî olan düzene yönelik görüşlerim çıkaramıyoruz. Fakat İbnü'l-Arab'de biz metafiziğin en girift noktalarına, ontolojiye, epistemolojiye dâir bilgiler alabildiğimiz gibi pratik fıkha dâir bilgiler de alabilmekteyiz. Orucun nasıl tutulacağını, abdestin nasıl alınacağım da ondan öğrenmekteyiz. Beşer hayatının her vechesine yönelik açılımları, sözleri var. Hadis, tefsir, fıkıh, kelâm, İslâm târihi vb. gibi kaleminin yazmadığı alan kalmamış. Ondan dolayı da şümullü bir zat. Yazılarının hem şiir hem de düzyazı formunda oluşu da İbnü'l-Arabi'nin çokyönlülüğünü gösteriyor. Dolayısıyla İbnü'l-Arabi'yi hem dikey hem de yatay ilimlerde yed-i tûlâ sahibi bir otorite ve kâmil bir bilge olarak görmemiz gerekiyor. O bir imamdır, hüccettir, müçtehittir, muallim-i sânîdir.
Sayfa 34 - HayyKitap genişletilmiş 2. Baskı, Şubat 2012Kitabı okudu
Mahmut Erol Kılıç
İslam Medeniyetinin şekillenmesinde kurucu unsur olan tasavvufi öğreti, İslam medeniyetinin çözülme sürecinde ve gerilemesinde ana neden olarak gösterilmektedir. Bu tarz bir yargıya varmak ne tür bir refleksin ürünüdür? ............................. Sorunuza şimdi giriş yapabilirim. İslâm dünyasının "geri” kalmasının ardında sûfiler
Sayfa 26 - HayyKitap genişletilmiş 2. Baskı, Şubat 2012Kitabı okudu
Mahmut Erol Kılıç
Hakikat Bir; fakat Onu zevk ediş şekli çeşitli ve farklıdır. Tasavvufun yapısı gereği "efrâdını câmi ağyârını mâni” bir tanımını yapmak oldukça zor. Tasavvufî öğretinin hangi boyutu "tanımlama"ya müsâade etmemektedir? Tanımlama ve tasnif akl-ı meâşın fonksiyonudur. Tanım yapmak, fizikî âlemin işleyiş gerçekliklerindendir. Tasavvufun bu kategoriye dâhil edebileceğimiz bir tanımının olmadığı doğrudur. Belki de sûfiliği orijinal kılan, onun bu tür basmakalıp bir tanımının olmayışıdır. Mâmâfih, bence bu, bir dezavantajdan öte avantajdır. Fakat bu gerçeklik, onun hiçbir şekilde anlamlandırı lamayacağını da ifâde etmez. Şüphesiz ârifler, semboller ve benzetmelerle içinde bulundu ğu hâli ifâdelendirmeye çalışmıştır. Bu sembolik ifâdenin muhtelif olması ârifin ya da onun dillendirdiği tasavvufî hakîkatin bir eksikliği değildir. Tammlardaki ihtilaf, sufîliğin hâller ilmine dâir yüzeysel de olsa bilgi sahibi olmayanlarca zafiyet olarak nitelenebilir. Aslında hakîkat bir, fakat onu zevk ediş şekli çeşitli ve farklıdır. Herkes âşık olabilir ama herkesin yaşadığı aşk, kendi şahsî tecrübesidir. Aşk hikâyeleri birbirine benzer ama herkesin şahsî/ özel aşk tecrübesi vardır.
Sayfa 19 - HayyKitap genişletilmiş 2. Baskı, Şubat 2012Kitabı okudu
Reklam
Ayşe Şasa'yı anlatıyor
Geçen Cuma günü (7 Aralık 2001) iftarı Çamlıbel Matbaası’nda Osman Kâhya ağabeyin mütevazı fakat güzel sofrasında yaptık. İftarın sonlarına doğru ağır bir rahatsızlığa yakalandığını duyduğum ciltçi Ahmet Başoğlu’nun yani bir kitabıma ad olan “Şeyh Efendi’nin rüyası”nın son ravisinin sıhhatini sordum. Hastalığının seyri hakkında biraz bilgi verdi:
Mahmut Erol Kılıç
Sempozyumumuzun ana teması malum olduğu üzere "Modern Çağ ve İbn-i Arabi." Peki bundan 700 küsür sene evvel yaşamış olan bir zatın görüşleriyle modern çağ arasında nasıl bir irtibat kurabiliriz ki? Bu açıdan önce "Modern Çağı” bir tanımlamamız gerekmekte ve buradan hareketle İbn-i Arabî'yi ve onun gibi bilgeleri konuşturmaya çalışmalıyız. Güzel bir tevafuk olarak bugün İstanbul'da farklı bir damarı temsil eden büyük bilge İbn-i Sina üzerine de bir uluslararası sempozyum gerçekleştirilmektedir. İslam dünyasının başka bazı köşelerinde şu an çok sığ, çok basit düzeylerde bazı Müslümanlık yorumları yapılırken biz şu an İstanbul'da bir taraftan Muhyiddin İbn-i Arabî gibi bir zatı anlamaya, diğer taraftan İbn-i Sina gibi bir diğer bilgeyi öğrenmeye çalışıyoruz. Bu da tarihin tekerrür ettiğini gösteriyor. Çünkü arifler iltifat isterler, iltifat gördükleri yerlere doğru meylederler; iltifat görmedikleri yerlerden de kaçarlar. "Nazlı bir gelin gibidirler” diye de edebiyatımızda çokça anlatılır bu meseleler.
Sayfa 15 - Kültür A.Ş.Kitabı okudu
"Bakın Endoneza'da Yenişafak yazarı ilahiyatçı Mahmut Erol Kılıç var."
Sayfa 187
20 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.