Behçet Bey, Atiye Hanım, İsmail Molla, Talat Bey ve meşhur Mahur Bestesi... Hangisine üzülsek, hangisinin derdiyle dertlensek..? Hangi karakteri okusak, hangisinin yerine koysak kendimizi, içimizde bir parçanın kırıldığını, yüreğimizin burkulduğunu hissedebiliriz. Sevilmemek de var, sevmemek de ve belki de en ağırı olan sevememek de. Alışkanlıkların bile örtemediği acılar da var..
Aslında bir üçlemenin ilkini oluşturan fakat daha sonra yazılan, yarım kalan bu roman sonraki kitapta (Bkz. Sahnenin Dışındakiler) nispeten tamamlanıyor ancak içimizde bıraktığı duygular her zaman yarım kalıyor. Bazen olmaz, olduramazsınız.. Behçet Bey ve Atiye Hanım'ın hikayesi böyledir.. Bir de üstünüzde uğursuz sayılan bir Mahur Beste varsa.. Bu besteyi sonraları Sahnenin Dışındakiler'de, Huzur'da hep göreceğiz üstümüze yapışacak adeta bize acıyı hatırlatacak.
Evlendiğin adamı sevememek kolaydır ancak bunun için gösterilen çabaların boşa gitmesi acı vericidir. Evlendiğin kadını uzaktan hayran hayran izlemek belki daha zordur. İçine kapanık çehrelerin acısı da budur.
Hiç sevilmemek, seni sevmek isteyenlerden kaçmak da acıdır. Behçet Bey; Ahmet Hamdi Tanpınar'ı bile şaşkına uğratmıştır. Biz nasıl normal karşılayalım. Atiye Hanım... kaderin cilvesine uğramıştır.
Yarım kalanı biz tamamlayabiliriz belki ama bazı şeyler hiç tamamlanmaz, Mahur Beste yarımdır, yarım kalanların romanıdır.