Hiç kimse liderin önünde olamazdı. Siyaset işte böyle bir şeydi.
Reklam
Çünkü ben bir Arap, Farisi, Kürt, Azeri, Şii, Sünni ya da herhangi bir dini, etnik ya da mezhepsel bir kimlik ile değil bir insan olarak oralarda bulundum ve bu coğrafyanın insanı olarak olup bitenlere kendi gözlüğümle baktım.
Yorumlarda doğal olarak kendi tarafınızı seçebilirsiniz ama bunu da yaparken yorumlarınızı mutlaka objektif ve somut bilgilerle beslemek zorundasınız.
Öldürülmüş bebeğine sarılarak yerde oturmuş bir kadına yanaşıp yardımcı olmaya çalıştığımızda "Eğer yukarıda Allah varsa dokuz ay on günde değil 9 günde doğurmamı sağlamalı. Çünkü ben bu katliamların intikamını sürekli çocuk doğurarak alabilirim" demişti. O kadının inanılmaz anlam içeren bu sözlerini hiçbir zaman unutmadım ve kadının gökyüzüne bakan o anlam dolu gözlerini hep hatırladım. Çünkü savaşın gerçek anlamını ilk kez o gözlerde görüp iyice kavramıştım. O gözlerde Filistin halkının tüm acılarını görüp paylaşmıştım. Çünkü o gözler Filistin'in ta kendisidir. Filistin ise benim vicdanımdır.
Çünkü bütün diktatörlerin sevenleri çok olurdu. Ama ortadan kaybolduklarında lanet edenlerinin daha fazla olduğu anlaşılmıştır.
Reklam
Sayın bakan bu kadar konuştunuz ama hiçbir şey anlamadım" deyince güldü ve "Anlasaydınız bir İranlı olarak ben kendimden şüphe ederdim" dedi. "Bak aslında konu çok kolay ama siyaset çoğu zaman kolay konuları karmaşık bir hale getiriyor" diye de ekledi. Yemen'de olduğu gibi...
Hataylı samimiyeti :)
"Niye gülüyorsun?" diye sorunca, 'Ben de Hataylıyım yani biraz da akraba sayılırız" dedi ve Arapça sohbet etmeye başladı. Bir binanın girişinde oturup dinlendikten sonra "Aman bu tür şeylere karışma” türünden tavsiyelerde bulundu sonra da vedalaşıp gitti. Giderken de “Sen burada bekle durum sakinleşince çık evine git" dedi. Tam uzaklaşırken, “Sende kaçak Arap çayı vardır. Adresini ver de bir ara gelir içeriz" deyip sokağın sonundan Harbiye'ye doğru yöneldi. Ben de arkasından “Ağabey çok kolay, Fındıkzade'de Akasya Sineması'nın oraya gel beni sor hemen bulursun" diye bağırdım. Yaklaşık bir ay sonra sözünde durdu ve evi bularak gelip çayımızı içti. O gün Suriye'den taze kaçak çay gelmişti ve kısmeti olarak bir torbasını ona verdim. Van'a tayini çıkıncaya dek arada bir gelir sohbet ederdik.
Lawrence'ı bilmeyen yok. Hani şu Arapları Osmanlı'ya karşı ayaklandıran "dâhi İngiliz çocuk"! Yaşamının o çok önemli olan bölümü ile ilgili çok şey yazıldı ve anlatıldı. Filmler bile çekildi. "Araplar Türkleri arkadan vurdu" söylemi ise tümü ile bir palavra. "Araplar" denilen insanlar aslında uzun yıllar oğullarıyla birlikte İstanbul'da Âyan Meclisi'nde görev yapan Şerif Hüseyin'in destekçileridir. Yani Ürdün'ün şimdiki kralının büyük dedesi. 1909'da İttihatçılar Abdülhamit'i devirip Şerif Hüseyin'i ülkesi Mekke'ye yollayınca İngilizler devreye girip ona çengel attı. Ama yine de Şerif Hüseyin belki de Osmanlı'ya bir vefa borcu olarak 1916 yılına kadar İngilizlerin tüm kışkırtma ve kandırma çabalarına direndi. Yani Çanakkale ve Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı'yı sıkıştırmadı ya da bildik deyimiyle "arkadan vurmadı". Tam tersi Çanakkale ve Sarıkamış'ta şehit düşen on binlerce Arap insanı gibi Osmanlı'yı sahiplendi (...) Oysa çok öncesinde Suud ailesini Osmanlı'ya karşı ayaklandıran İngilizler Şerif Hüseyin'e çok sonraları çengel atmıştı. Yani Osmanlı'yı arkadan vuran "Araplar" değil "El-Suud ve El-Haşim aşiretleri”dir.
Yani Arap âlemi birlik olmadığı sürece başına bin bir türlü bela gelecek ve bu coğrafya asla ABD-İsrail ve onların bölgesel işbirlikçilerinden kurtulamayacaktı.
Reklam
''bu dünya, atın önüne et, itin önüne ot dünyasıdır, maniki dünyadır, haberin olsun.''
Sayfa 61 - İletişim Yayınları / 2. BaskıKitabı okudu
Yabancılar niye böyle ya?
Lawrence'in Cerablus'ta karşılaşıp tanıştığı ve uzun uzun sohbet ettiği tek İngiliz kadın Bell değildi. Lawrence Halep'te sık sık gidip kaldığı Baron's Oteli'nde ziyaret ettiği nam-ı diğer yazar Agatha Christie ile dost olmuş ve Cerablus'ta kendi evinde misafir etmiş. Büyüklerimizin anlattığına göre kocası arkeolog
Irak - İran savaşı
Hepsi de "Allah Allah!" diye bağırıyordu. Aklıma Fav cephesinde "Allahüekber!" diye bağıran askerler geldi. Hepsi de Müslüman'dı. Sanki cennette yer kapmak için kendi aralarında yarışıyor ve bunun için de birbirlerini boğazlıyorlardı.
Yalan söylemekten hoşlanmazdı. Bir seferinde "Yalancıların inandırıcı olmak için söyledikleri yalanları unutmamaları gerekir. Bu da mümkün değil çünkü yalana alışanlar sürekli yalan söylerler." demişti.
Sayfa 123Kitabı okudu
Filistin davasına bir tek Suriye sahip çıkmış
Oysa Suriye Devleti, halkı ve Esad olmasaydı belki Hamas bile olmayacaktı. Arap iktidarların Filistin halkına ve devrimine ihanet ettiği dönemlerde Filistin davasına bir tek Suriye sahip çıkmıştı. Eylül 1997’de Hamas lideri Meşal Ürdün’ün başkenti Amman’da Mossad ajanları tarafından zehirli iğne ile öldürülmek istendiğinde yine ona sahip çıkan tek lider baba Esad olmuştu.
Sayfa 270Kitabı okudu
113 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.