Geri gelirse, ona söyleyeceğim. Sevinç verecek. Ona bunu ve geri kalan her şeyi söylemek. Bütün gazeteleri onun için sakladım. Eğer geri gelirse onunla yemek yiyeceğim önce, hayır. Hayır. Bedel ödeme vakti geldi. Herkes bedel ödüyor. Ben bedel ödüyorum. Yemek yemeyeceğim. Almanya' da 17 Ağustos 1944 günü, Quai des Arts' da, bir taş yığının üzerinde tek başı­na can çekişen on altı yaşındaki küçük Alman'ın annesi de be­del ödüyor.
"Canice" bekleme politikasının bedelini ödüyoruz. Geçmişimizin kara lekesi. Çocukluğumuzun kederi. Tehdit altındaki geleceğimiz.
Reklam
O yine bu çukurda. Ben aç değilim. "Bedelini asla öde­yemezler," diyor insanlar, Almanların vahşetinden söz ediyorlar. Ben bıktım artık. Ölmek istiyorum. Hayır, aç değilim. Madem o öldü, ben de ölmek istiyorum.
Garda onu aradı, bulamadı. Ama o da kurşuna dizilmediğine emin. Beklemek gerek. Gözümün önünde yeniden canlandırıyorum hepsini ama bir boşluk var: Philippe'in silah sesi işitmediği an ile gar arasında ne oldu? Mantıklı olup anlamaya ça­lışmak gerekiyor. Kara delik. Çabalıyorum, hiçbir açıklama oluş­muyor.
Ben onunla birlikteyim. Nerede? Onunla birlikte. Onunla birlikte nerede? Bilmiyorum, onunla birlikte. Nerede? Hiç bilmiyorum. Bu yerin adı ne? Bu yer de neyin nesi? Aslında, bütün bu hikâye de neyin nesi? Hangi hikâye? Nedir bu olup biten?
Sayfa 162Kitabı okudu
Reklam
Kimse yok. Çözülüyorum, açılıyo­rum, değişiyorum. Korkuyorum. Ensemde ürpertiler. Neredeyim ben? Nerede? O nerede? Ona ne oluyor? Şakaklarım artık zonkla­mıyor. Kalbimi artık hissetmiyorum.
Ne oluyor bana? Karanlık gece, peşimi bırakmayan pencerelerde. Perdeleri açıyorum. Hâlâ peşimde. Ne oluyor bana. İşaretler, oda siyah-beyaz işaretlerle dolu, siyah-beyaz. Şakaklarım artık zonklamıyor.
Her şey her zaman mümkün, çünkü biz bir şey bilmiyoruz. Ölü ya da diri. Sadece günün her saniyesinde değil, fakat bu sa­niyelerin her birinde soru soruyoruz ve bunlara cevap verecek en ufak bir işaret yok elimizde.
Bi­raz önce? Bir saniye önce? Bir saniye sonra? Dünyanın en büyük kitabının ilk satırında bana yer yok. En güzel kitap gereksiz, ge­cikmiş, ben beklemeyi çok iyi biliyorum.
Reklam
D. bana, "Kitap okumaya çalışmalısın ... Ne olursa okuya­bilmelisin ... " diyor. Okumaya çalıştım. Hiçbir şey anlamıyorum. Cümleler birbirine bağlanmıyor. Kimi zaman onun varlığından kuşku duyuyorum, fakat benimkinden başka bir süre içinde. Kimi zaman, basitçe, onun var olmadığını, asla var olmadığını sanıyorum. Bir başka birbirine bağlanma (benim bağlanmam; zin­cire vurulmuşum ben) beni tutuyor
Fakat onun açlığının bende yarattığı yangını hiçbir şey azal­tamıyor. İnsan kanserden, araba kazasından ölebilir. Açlıktan da ölünür, açlıktan kendini öldürürsün, ve biter. Açlığın yaptığı şeyi kalbe giren bir kurşun tamamladı. Ona hayatımı verebil­mek isterken, bir parça ekmek veremiyorum. Dayanamıyorum, buna düşünmek denmez. Her şey ertelenmiş.
Almanya yollarına dair görüntülerden daha faz­lası kafamın içinden geçiyor. Kafamın içinde her dakika makineli tüfeklerin yaylım ateşleri. Ama ayaktayım, öldürmüyorlar. Yol boyu kurşuna dizilenler, kurşuna dizilenler, kurşuna dizilenler. Boş mideyle ölmek. Açlık. Açlık onun kafasının içinde bir akbaba gibi dönüyor. Ona bir şey vermenin imkanı yok. Boşlukta ekmek uzatabilirim. Ekmeğe ihtiyacı olup olmadığını bile bilmiyorum.
Hayat buydu işte, hayat böyleydi ve hayat bundan başka bir şey değildi...
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.