“Sen hiç imkansızı sevmekten başka çaresizlik tattın mı?” demişti bir kitapta kadın, adama. “Ya imkansıza sadece bakıp yüreğine dokunup kalbinde buluşup ruhuyla bir olup teninden sürgün edildin mi?”
Mutluluk bazen bir doruk kadar varılması güç bir dağ… Bazen, bir gelincik kadar ömrü kısa ve narin… Bazen de bir öpücük kadar sıcak fakat hiç bir zaman bir ömür kadar uzun olmayacaktı.
“Dünyaya gelirken sanki senet imzalamıştım. Ne kadar dert, keder varsa üzerime zimmetlemişim… Hayat benden sevinçlerimi hacizlemeye hevesli. Her neşem yarım kalıyor. Hangi dala tutunsam kırılıyor. Ben ne zaman mutlu olmak için bir adım atsam hayat bana çelme takıyor… Yıkıyor!” dedim ağlayarak.
Julián, eşi Verónica'nın eve gelmesini beklerken üvey kızı Daniela'ya Ağaçların Özel Hayatı hakkında masal anlatmaya başlıyor ve eşi eve gelene kadar ya da eve gelmeyeceğine emin olana kadar hikâyenin devam edeceğini söylüyor. Hem Julián'ın kendisi hakkındaki şeyleri öğrenirken hem de Daniela hakkında şimdiden kopmuş gelecek hayallerini şekillendirdiği bir hikâye oluşturuyor bize. Minik minik bölümlerden oluşan bu kitap çok hoşuma gitti. Kendisinin ilk defa bir kitabını okumama rağmen yazarı çok beğendim.
Tek dostumdu ayna… Bakıp bakıp gözlerimle haykırıyordum derdini… Tek sırdaşımla yastığım… Ağladığımı ondan başkası bilmiyordu ve tek sığınağımdı gece… Çünkü gözyaşlarımı bir tek ona emanet ediyordum…