Yemekten sonra çocuklarla yukarıya çıktık, onların beklentilerini, benden masal dinlemek istediklerini biliyordum, size bu akşam dört üstüne bir masal anlatayım dedim, divanlarına yerleşip dinlemeye hazırlandılar.
Bu dört önemli bir sayı diye giriş yaptım, büyüğü, bu yıl ortaokula başlayanı, bakalım ne çıkacak bakışlarıyla, yine benim uydurduğum bir şeyler dinleyeceğini belli etti, küçüğü, ilkokul ikide olanıysa, henüz eleştirel bakmadığı için ne gelirse razıyım havalarındaydı.
Dünyanın dört bucağı varmış, öyle bilinirmiş eskiden diye sürdürdüm, buralara varmak, görmek zormuş, birilerine kızılınca dünyanın dört bucağını gösteririm denirmiş. Dört büyük melek varmış, toprağı, göğü, ateşi, suyu tutarlarmış ellerinde. Dört duvar arasında, arada bunalsa da insan kendini güvende hissedermiş, kimileri dört duvarla yetinmeyip, ne kadar dört duvarım olursa, o kadar gür bıyıklı olurum düşüncesine kapılıp, daha çok dört duvar için diğer insanları dövmeye çalışırmış. Bir şey aranırken dört dönülürmüş, şu insana pek görünmeyen nedircik yavrularını bulmak için tandır damlarına, mereklere, yüklük içlerine, tıkrıç arkalarına, kavak dallarına, kar öbeklerine bakılır dört dönülürmüş. Kimi insanlar da kitapların, şiirlerin, öykülerin içinde dört dönerlermiş.
Büyüğü muzipçe gülerken, küçük pek anlamamış bakıyordu.
Dört dörtlük bir masalın başlangıcını dinlediniz derken, sözümü kesti ve ben Keloğlan'ı dinlemek isterdim diye itiraz etti. Tamam, bu kadar dedim. Pal Sokağı Çocukları'nı çıkardım çantadan. Şimdi bunu sırayla okuyun dedim. Sevinerek aldılar ve beni rahat bıraktılar.