Bir satır hüzün
Bir telaşla açtığı gözlerini elleriyle ovuşturuken sabahın aydınlığı bir tebessüm gibi düşmüştü yüzüne. Mahmur gözlerle penceresinden uzun uzun baktığı gökyüzü mavisi ruhuna şiirler yazıyordu sanki. Dokunmak ister gibi ellerini uzattı boşluğa. Sonra avuçlarına dolmuş umudu göğsüne bastırdı taze bir nefes gibi. Dağların ardından çaldığı serinliği de bağrına basmış rüzgar saçlarının arasında dans ediyordu yine.. Yatağının bir köşesinde öylece durup kendini seyreden kitaplara döndü sonra. Utangaç bir sevgiliye bakar gibi baktı, içinde özlemler birikmişti çok. Sayfalarına dokunurken kokusunu içine doldurduğu kitapları usulca bıraktı masanın üzerine. Sonra soluk benzinde gezinmeye başladı gözleri. Aralanmış bir kapı arıyordu ruhunun boş sokaklarında yine. Atlıkarıncalar dönerken sessizliğinde çocukluğunun ağaçlara takılmış uçurtmalar çağırıyordu sanki kendini. Hüzünle örtülü yüreğinde yalnızlık camları kırılmış hanımeli kokan bir evdi aslında. Kendini yıllarca dinleyen dut ağacı göğe kadar uzanıyordu. Mevsimi yoktu bu yalnızlığın. Şiirlerden demli bir fasılda kalbinin sesinin tınısıda hatıralar yad ederken keşkeleri gece gündüzü karanlık aydınlığı kovalıyordu an içinde. Ne mümkündü kendine gittiği zamanlarda dönmek aklına gelsin. Düş içinde kalmış gerçekti bu yalnızlık. Hüzün tadında bir şiir. Aşkın külleri savrulmuş bitmeyen bir hikayeydi içinde tek kendi. Sonsuzluğun içinde fani zamanı yaşamaktı zor olan. Bir varmış bir yokmuş geçip gidiyordu ömür. Ama maviden bir şiir mısra, yahut siyah bir gecede kayan yıldız kadar... mavisiirleryazansair
Maviden uçurtmalar
"Kimsesiz çocuklar gibi oturuyorum pencerenin kenarında yağan yağmur ıslatırken boş kaldırımları ve terk edilmiş umutları belki biraz.. Yorgun kelimelerim üşüşüyor yine başıma.. soluk soluğa kalmış yalnızlığımın nefesi yine yıllanmış tütün kokuyor.. Göçmen kuşlara imrenen bakışlarım uzaklara meyilli ruhumla isyanlarda Elinden
Reklam
Elif'ten
Yalnızlığın Kırık Camları Bir telaşla açtığı gözlerini elleriyle ovuşturuken sabahın aydınlığı bir tebessüm gibi düşmüştü yüzüne. Mahmur gözlerle penceresinden uzun uzun baktığı gökyüzü mavisi ruhuna şiirler yazıyordu sanki. Dokunmak ister gibi ellerini uzattı boşluğa. Sonra avuçlarına dolmuş umudu göğsüne bastırdı taze bir nefes gibi. Dağların
Yalnızlığın Kırık Camları
Bir telaşla açtığı gözlerini elleriyle ovuşturuken sabahın aydınlığı bir tebessüm gibi düşmüştü yüzüne. Mahmur gözlerle penceresinden uzun uzun baktığı gökyüzü mavisi ruhuna şiirler yazıyordu sanki. Dokunmak ister gibi ellerini uzattı boşluğa. Sonra avuçlarına dolmuş umudu göğsüne bastırdı taze bir nefes gibi. Dağların ardından çaldığı serinliği de bağrına basmış rüzgar saçlarının arasında dans ediyordu yine.. Yatağının bir köşesinde öylece durup kendini seyreden kitaplara döndü sonra. Utangaç bir sevgiliye bakar gibi baktı, içinde özlemler birikmişti çok. Sayfalarına dokunurken kokusunu içine doldurduğu kitapları usulca bıraktı masanın üzerine. Sonra soluk benzinde gezinmeye başladı gözleri. Aralanmış bir kapı arıyordu ruhunun boş sokaklarında yine. Atlıkarıncalar dönerken sessizliğinde çocukluğunun ağaçlara takılmış uçurtmalar çağırıyordu sanki kendini. Hüzünle örtülü yüreğinde yalnızlık camları kırılmış hanımeli kokan bir evdi aslında. Kendini yıllarca dinleyen dut ağacı göğe kadar uzanıyordu. Mevsimi yoktu bu yalnızlığın. Şiirlerden demli bir fasılda kalbinin sesinin tınısıda hatıralar yad ederken keşkeleri gece gündüzü karanlık aydınlığı kovalıyordu an içinde. Ne mümkündü kendine gittiği zamanlarda dönmek aklına gelsin. Düş içinde kalmış gerçekti bu yalnızlık. Hüzün tadında bir şiir. Aşkın külleri savrulmuş bitmeyen bir hikayeydi içinde tek kendi. Sonsuzluğun içinde fani zamanı yaşamaktı zor olan. Bir varmış bir yokmuş geçip gidiyordu ömür. Ama maviden bir şiir mısra, yahut siyah bir gecede kayan yıldız kadar...