Sakın üşütme. Sakın yaşlanma. Sakın yıkılma. Sakın, sakın, o güzel ruhunu
ayaza tutma. Tahtadan defterler yap, deniz kabuklarından kutular, şiirin
yetişemediği müzikleri duymak için kalbini yastığın altına koy. Senden
çalındıkça çoğalan hayatı, gözyaşlarından çıkardığın mutluluğu anlat.
Gözlerindeki aşkı değdir parmaklarının biçimlediği her rüyaya. Senden bana
ulaşan rüzgarın da adı bu olsun... Bana içeriyi bilmiyorum diye daha çok kız,
ama n,olur daha güzel kız.
Coşkuyla gittiğim her yerden
Elimi tel örgülere sürerek geri döndüm
Döndüm ve kalmadığım yerden devam ettim
Herkesin özlediği bir uzak vardır
Ortadoğu'da.
Ama annem üşüyor, annem üşüdükçe düşüyorum ben, düşerken bir kuyuyu hayal ederiz de neden yükselirken bir bacayı hayal etmeyiz, çünkü yükselmeyi iyi bir şey sanıyoruz, bak yükseliyorum bir baca içinde, başım göğe erdiğinde yüzüm kapkara olacak.
Vaktiyle "gidecek yerim yok gitmekten başka" diye yazmıştım. Galiba yerini yadırgamak bahsi de biraz buna benziyor. Sahiden de bu dünyada bir yerimiz var mı, olmalı mı?
Denilebilir ki insan kendi sesini tanır ve onu duyabilirse; başka sesler içinden geçmeye çalıştığında da onları fark eder ve ayıklayabilir. Bu sayede insanın kendi sesi bastırılmamış olur.
“Dinle. Ben doğmadan önce yıllar, yüzyıllar ve bin yıllar geçti. Doğru mu?”
“ Bunu inkar edemem.”
Merges yorgun bir ifadeyle başını salladı.
“ Ben öldükten sonra da bin yıl geçecek. Doğru mu?” Merges yine başını salladı.
“Böylece hayatımı iki geniş ve birbirine benzeyen karanlık havuzundaki parlak bir kıvılcım olarak görüyorum: Benim doğumumdan önce var olan karanlık ve ölümümü takip eden karanlık.”
Bu etkili olmuş gibiydi. Merges dikkatle dinliyordu, kulakları dikilmişti.
“ Sonraki karanlıktan bu kadar korkarken ilk karanlığa karşı bu kadar kayıtsız oluşumuz seni şaşırtmıyor mu Merges? “