Tevekküle Dair
Şimdi, İslam'ın tevekkül esasına karşı gelenlere şunu soralım: Misaldeki adamın, elinden gelen her şeyi yaptıktan, her sebebi ve şartı yerine getirdikten sonra tevekkül etmeyip evinde bir kış süresince merak ile rahatsız olması mı daha iyidir, yoksa: Beni benden iyi bilen, bana benden daha şefkatli olan Rabb-i Rahim'imden ne gelirse hoştur. Ana rahminde, o karanlık menzilde, beni şefkatle besleyen, dünyaya geldiğimde ise baba ocağını ve anne kucağını benim imdadıma gönderen; dağları madenleriyle, bağları meyveleriyle, denizleri balıklarıyla bana hizmetkar eden o Halık-ı Kerim'i benim için ne takdir ederse onda hayır vardır. Benim kudret ve kuvvetim gibi fikrim de kısadır. Hangi azaları almamın hakkımda hayırlı olacağını ana rahminde bilmediğim gibi, hangi neticenin öteki alemde lehime olacağını da bu alemde bilemiyorum. O halde, O'na tevekkül ve itimad ediyorum, deyip neticeyi sabır ve rıza ile beklemesi mi daha iyidir? Veya bir hastanın, doktorun verdiği ilaçları kullandıktan sonra Allah'a tevekkül etmeyerek neticeyi aşırı bir merakla beklemesi ve manen perişan bir vaziyete düşmesi mi daha iyidir?
Sayfa 120Kitabı okudu
Şunu da bilmek icabeder ki: Kahr başka, zulüm başkadır. Adil bir padişahın suçluları ve asileri cezalandırması kahrdır, lakin zulüm değildir.
Reklam
Birkaç defa okuduğum, çok önemli bir hakikat
Kaldı ki, böyle bir iddiada bulunan kimseye şu soru sorulacaktır: ''Sen istikbalde yapacağın işlerin Levh-i Mahfuz'da nasıl yazıldığını, yani mukadderatını biliyor musun? O halde, bir insan bilmediği şeye göre nasıl hareket etmektedir?'' Evet, her meselede, ilim maluma tabidir hakikati güneş gibi parlıyor ve kul cüz'i iradesiyle hangi işi tercih ederse, Cenab-ı Hakk'ın külli iradesiyle o işi takdir ettiği ve fiilin işlenmesine teşebbüs anında da o işi yarattığı açıkça anlaşılıyor.
Bir insanın, cüz'i iradesiyle işlediği bütün fiiler Cenab-ı Hakk'ın ilm-i ezelisindedir. Yani, o insanın bütün amellerini Cenab-ı Hakk ezelde bilmektedir. Bu ilim de maluma tabidir. Malum olan, o kimsenin işlediği iyi veya kötü amelleri, yani fiilleridir. Kul o filleri işleyeceği için alim-i mutlak olan Allah öylece bilmiştir. Yoksa, Cenab-ı Hak öyle bildiği için, kul da mecburen, o fiilleri işlemiş değildir. Yani, malum, ilme tabi değildir.
Mesela, Cenab-ı Hak bir insanı cehennem için yaratmış olsa ve bunda insanın iradesinin hiç payı olmasaydı, insanların Kur'an-ı Kerim'de cehennemle tehdit edilmelerine lüzum kalır mıydı? Veya, insanlar ibadet etmelerinde kaderin mahkumu olsalardı, iradelerini kullanmaları söz konusu olmasaydı, Allahü Azimüşşan'ın insanlara ibadeti emretmesine ne mana verilecekti?
İnsan, nefs-i emmaresi cihetiyle, kemal ve cemaliyle iftihar etmek, kusurlarını ve cinayetlerine ise bahaneler aramak yahut bunları başkasına yüklemek ister.
Reklam
Kaderin her şeyde hikmet ve rahmeti netice verdiğini düşünen her akl-ı selim şu hükme varacaktır: Ben veziri bulunduğum ruh sultanı ile birlikte ana rahminde Cenab-ı Hakk'ın takdir ettiği bekleme müddetini doldururken, bana görme, işitme, koku alma gibi nimetlerden istediğim kadar alabileceğim bildirilseydi, şu anda ne kadar hikmetli olduğunu anladığım bu sınırları taşacak ve söz konusu nimetleri fazlasıyla isteyecektim. Halbuki, bu dünyaya geldim ve gördüm ki bunların en faydalı hali, Allahu Teala'nın takdir ettiği kadardır.
Kadere inanan kimse ona itimad edecek, bu konuda hatrına gelen sorulara haddini aşmadan, kul olduğunu unutmadan cevap arayacaktır. Bu kainat sarayının San-, Zülcelal'ine inanmayan bir kimsenin kaderden bahse ve münakaşaya hakkı yoktur. Zira, Allah'a inanmayan, O'nun ilim ve takdirine de inanmayacağına göre, kader konusunda neden bahsedecek ve neyin münakaşasını yapacaktır?
Yumurta içindeki civcivlerin kâinattan habersiz olması gibi, biz de kâinat yumurtası içinde ahiretin keyfiyet ve mahiyetinden bihaber yaşıyoruz.
Sayfa 46
İlim öyle bir nurdur ki, insan onun sayesinde hak ile batılı, hayır ile şerri, menfaat ile zararı tefrik edebilir.
Reklam
İslâm tarihi, bize gösteriyor ki dinî ve fennî ilimler birlikte okutulduğu zaman, âlem-i insaniyette daima huzur ve adalet teessüs etmiştir. Ayrıldıklarında ise maddi ve manevî birçok yıkılışlar ve çöküşler meydana gelmiştir.
Astronomi alimlerinden Edward Young ise; "Inanmayan astronom delidir." diye hükmetmiştir. Meşhur bilim adamı Newton: "Hiç birşeye lüzum yok, bir baş parmak bile Allah'ın varlığını isbata yeter." diyor ve ilave ediyor; "Allah'a inanmaksızın kâinatın nizamı izah edilemez." Yine Bediüzzaman'ın tabiriyle 'mülhem keşşaflardan' Pasteur: "Kainata, zerre zerre nakşedilen bu harika bilgi ancak Allah'ın nihayesiz ilim ve kudretiyle olabilir. Marifet bahrine daldıkça îmânım kemâle eriyor." demektedir. Galilei ise beyanında; "Kainat, matematik dille ve geometri yazısıyla telif edilmiş bir kitaptan farksızdır." diyor. Yine tabiat bilimcisi Faeber: "Derimin yüzülmesi, Allah'a îmânımın soyulup çıkarılmasından bana daha kolay gelir." demektedir.
Mesela, Max Planck şöyle demiştir; "Hangi sahada olursa olsun, ilimle ciddi uğraşan herkes, ilim mabedinin kapısındaki 'îmân et' yazısını görür. Çünkü; îmân, ilim adamının vazgeçemeyeceği bir özelliktir." Yine dünyanın meşhur fizikçilerinden Lord Cliffen'de: "Derin düşündüğünüzde ilimler sizi, Allah'ın varlığını kabul etmeye zorlayacaklardır." der. Büyük fizikçi Einstein'de: "Bana kainattaki mucizeleri ve hayatın sırlarını seyretmek kâfi gelir. Tabiatta tecelli etmekte olan sonsuz ilim ve hikmetin milyonda birini anlamaya çalışmak!.. İşte benim işim." demiştir.
Düşmanlarımız bilmektedirler ki; bir memleketin sırtını yere getirmek için ordusunu bozmaktan, topraklarını işgal etmekten de tesirli çare, dilini ve îmânını tahrip eylemektir.
"Milletin ana vasfi: devamlılık. Dilde, terbiyede, gelenekte devamlılık. Altı yüzyıl cerrahi bir ameliyatla içtimai uzviyeten koparılıp atılınca Türk düşüncesi boşlukta kalmıştır. Çünkü Batı'ya da tutunamamış, sırtını Batı tefekkürüne de dayayamamıştır" Cemil Meriç
627 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.