Hayatta aşka galip gelecek hiçbir şey bulmuyordu. İnsanlığın hissiyat ve meyillerinin en yücesi, en seçkini oydu ve bütün öbürleri onun karşısında sadece susmak ve eğilmek zorundaydı.
İnsanın hayatını temizliği, saflığı, masumiyeti için feda edebileceği bir kadın bulmanın ne kadar güç olduğunu düşündükçe kalbi ağlayacak kadar derin bir acıyla sızlıyordu.
Eser son derece etkileyiciydi. Tabi betimlemeler ara sıra içerisinde kaybolacakmışsınız hissini uyandırıyor ve zaman zaman yorduğu da oluyor. Ancak zaten kitap en çok da bu betimlemeler ve iç monologlar üzerine kurulu. Yazar yasak aşkı fazlasıyla masumane biçimde ele almış.Öyle ki Suad ve Necib'in birbirine aşk itirafı bile bir eldiven
"Kalabalık içinde yalnız yaşamak, kalabalık içinde gezip beraber bir köşeye kaçmak, işte asıl zevk budur. İnsan, kalpleri birbirine bağlayan bu bağları o zaman anlar."
Nedir bu insanlıktaki, varlığımızın derinliklerindeki çürümüşlüğün kötü kokusu, bu çamur, bu fırtına? Pisliğin, bir daha kalkmamak üzere, temizliği yaralaması niçin?
Kitabı beğendim. Yeşilçam filmi havası vardı. İster istemez yazarın Eylül romanıyla karşılaştırarak okudum. Eylül romanında karakterlerin iç çözümlemeleri, psikolojik durumları, bir halden başka bir hale geçerken yaşadıkları, hissettikleri daha başarılı aktarılmıştı. Bu kitabı sevdim, akıcı bir şekilde ilerliyordu. Sadece karakterlerdeki iç çözümlemeler, ruh geçişleri Eylül’deki kadar başarılı gelmedi. Okurken konusu itibarıyla bu kitap çok daha iyi olabilirdi demekten kendimi
alamadım.
Ben seni ne kadar sevdiğimi başka kadınları gördüğüm zaman anlıyorum. Bazen rast gelip hatta senden güzel bulduğum kadınlara bakıyorum da kendi kendime hiç birisini senin kadar, senin gibi sevemeyeceğime yemin ediyorum. Sende bir şey var; öyle bir şey ki, hiçbirinde rast gelmiyorum.