Akış
Ara
Keşfet
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
Kitap Türleri
Dergiler
Çevirmenler
İncelemeler
Alıntılar
İletiler
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.38.12
Edebiyatımızda psikolojik tahlillerin ve betimlemelerin ustalıkla yapıldığı ilk psikolojik romanımız olan Eylül, İş Bankasının yerli klasikler serisinde günümüz Türkçesi ile farklı bir baskıyla yer buldu. Romanın dokusuna zarar vermeden günümüz Türkçesine aktarılarak yayımlanan bu çalışmayı çok beğendim. Özellikle kitap okumayı alışkanlık haline getirmek için çaba sarfeden bireyler için iyi bir kitap önerisi olduğunu söyleyebilirim.
Eylül romanın özü aslında isminde gizli baharla beraber filizlenen aşkın olgunlaşıp eylülde kuru yaprak gibi yok oluşunun hikayesi adeta. Romanda kişiler ve mekanlar duyguların temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor. Bağ evi; sıkıntının, umutsuzluğun ve karamsarlığın merkezi. Boğaziçi'nde baharın gelişiyle tutulan yalı ise umudun, aydınlığın, sevincin ve filizlenen yeni aşkın mabedi adeta. Suat, Süreyya ve Necip üçgeninde yaşanan olayların öznesini yasak aşk oluşturuyor. Ama aşkın yüceliğine ve masumiyetine zarar vermeden bakışlarla başlayan hikayeye müzik eşlik ediyor ve bu aşk eyleme geçemiyor. Suat Necip'te adeta ruhunu tekrar keşfediyor kocasıyla paylaşamadığı müzik zevkini Necip'te derinden hissediyor. Hayata bakış ve ortak zevkler noktasında Süreyya'da bulamadığı her şeyi Necip'te buluyor. Ama Necip tabiatı gereği uzun vadeli ilişkilere müsait olmayan bir karakter olarak karşımıza çıkıyor romanda.
Boğaziçi'nde başlayan aşk ızdırabın ve sıkıntının mabedi olan bağ evinde alevlerin arasında yanarak kül oluyor.
İyi okumalar dilerim.
Yüzyılın Şaheseri
Efendim daha öncesinde hiç kitap incelemesi yapmamıştım lakin Akif’in Safahatı beni inceleme yapmaya mecbur bıraktı. Akif tam bir aruz ustası… Kelimeleri seçimi, cümleleri kurma şekli Âkif’in verdiği hissiyatı kat be kat arttırıyor. Âkif sanki o dönemdeki durumu değiştirmek için yapmak istediklerini öyle bir anlatmış ki..
…
“Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun!”
“Ye’se düşmeyecek zerrece imânı olan!”
…
•Bu mısrâları okurken sanki eriyip bitiyorsunuz, nefesiniz kesiliyor, boğazınız düğümleniyor.
…
“Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?”
“İlâhî, kimsesizlikten bunaldım âşina yok mu?”
…
•Bu sebepten ötürü kitabı uzun uzun okudum tekrar tekrar her kelimesini, her cümlesini ayrı ayrı irdeledim. Âkif bize derdini öyle bir anlatıyor ki yeter ki biz okuyalım, yalnızca okuyalım. Âkif’in bu mısrâsı, çağımızın parolası zannımca;
…
“Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme…”
…
•Evet efendim, lafı pek de fazla uzatmak istemiyorum. Akif Safahat için şöyle bir mısra yazmış;
…
“Üçbuçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder!” (1908 - 1933)
…
•Bilmem üstümüze yüklenen yükü anlatabildim mi? En kalbi muhabbetlerimle..
“Vesselam…
Ne Bir Ses Ne Bir Nefes, Kara Kitap, Buhran Gecesi, Fatma’nın Günahı adlı 4 (nispeten uzun) öyküden oluşan bir kitap. Aynı zamanda yazarın ilk kitabı ve bu kitabın 1921 baskısını göz önüne aldığımızda Suat Derviş’in, henüz on yedi yaşında (bu da Ahmet Mithat kitabıdır ayrıca) olduğunu gözlemliyoruz.
Kitabın en dikkat çekici yanlarından biri ise
Edebiyatımızda ilk psikolojik roman olan Eylül'ün yazarı Mehmet Rauf'un bir diğer psikolojik romanı; Böğürtlen.
Yazarın 1926'da yayımladığı bu romanı, öteki romanlarının çoğu gibi aşk konusunu ele alır. Büyükada'da bir köşke konuk olan Pertev, burada tanıştığı Müjgan adlı kıza ilgi duyar; ilgisi kısa sürede aşka dönüşür. Ancak karşılıksız bir aşktır bu. Müjgan içine kapanık, çevresiyle uyum sağlayamayan ve aşırı kötümserliğini aşkı hor görecek ölçüde genelleştiren bir kızdır. Roman da ismini buradan alır; Pertev Müjgan'ı bir böğürtlene benzetir. Bu benzetme şöyledir:
"Özenle toplanıp, törenle sofrada sunulan turfanda çileğe, ben böğürtleni tercih ederim. Evet, çilek daha parlaktır, daha gösterişlidir, ama ne yapayım ki pek boldur, istenirse yetiştirilir. Oysa bir çitin en uzak bir köşesinde yetişmiş nazlı, gururlu, yüksek bir böğürtleni düşününüz. İşte, Müjgan Hanım'ın kişiliğini ben böyle tanımlıyorum." (sayfa 38)
Anlaşılacağı gibi Böğürtlen'in konusunda, kurulan olay örgüsünde pek de ilgi çekici bir yan yoktur. Ancak Eylül'den de bildiğimiz gibi onun yapıtlarında olaylar değil durumlar ve psikolojik tahliller ön plandadır. Böğürtlen'de de karakterlerin kişilik özellikleri ve duygu durumları en ince ayrıntısına kadar tahlil edilmiştir. Bu bakımdan Mehmet Rauf'un anlatımı çok akıcı olmasa da yaptığı psikolojik tahlillerle sayfalar doldurabiliyor ve bu bölümler okura huzur veriyor. Bu yüzden ben kitabı nasıl bitirdiğimi anlamadım bile. Bir süredir hep olay odaklı kitaplar okuduğumu fark ettim. Uzun zaman sonra Mehmet Rauf okumak güzel hissettirdi ve dinginlik verdi bana.
İncelemeden önce kitabın son kısmından alıntılar paylaşıp sonra kitap hakkında cevaz vereceğim.
Siyasal İslamcılar cennete gitmek için bu dünyayı diğer insanlara cehennem haline getirdiler
Mutlu İslamcı yoktur. Oliver Roy
Kadının özgür ve eşit olmadığı bir toplumda ev içinde de mutlu olmasına olanak yoktur.
Odaklı Şii din adamı el arabiya TV de şunları söylüyor:
Sunucu: Diyorsunuz ki rahmetli ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk laikliği güç kullanarak ülkeye getirdiği zaman 'halka rağmen halk için" demişti. Laikliğin ülkene güç kullanarak hakim kılınmasını ister misin?
İyad Cemalettin: evet
Sunucu: böyle biri var mı ırak'ta?
I.C: malesef göremiyorum
Sunucu: öyleyse ABD'yi geri getirmeniz mi gerekiyor?
I C: bu mümkün değil. Bütün sorun ABD'de . Onlar Sünni ve Şii İslamcıları destekliyor. Onlar laik ve sivil akımı desteklemiyor ki.
Biraz uzun oldu belki ama kitabın ana fikrini söylediği için bunu yazmak zorundaydım. Bu ülkede kitap okuyan, ülkesinin menfaatleri için asla taviz vermeyen ve ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün nasıl bir imkansızı başardığını görmek ve veya kabul etmek zorunda olan her yurttaşın bunları öğrenmeye kendisini mecbur etmelidir. Kitap ile ilgili yorumum laikliğin olmadığı toplumların nasıl sömürüldüğünü kanlı gerçekleri öğrenip bundan sonra oy verirken bir kez daha kendinize sorular soracağınız zorunda kalacağınız çok önemli bir araştırma. Mutlaka okuyun.
"dünyanın bir tarafında bir yerde, bir piyango çekiliyor,
savaş yapılıyor ve hepimizin alın yazısı da böylece uzaklarda belirtiliyordu"
Kitabin kahramanı Drina Köprüsü. Oldukça uzun bir zaman dilimini konu edinen Nobel ödüllü yazar İvo Andric şaheseri. İnsanin kitabi okudukça o coğrafyayı goresi geliyor , Drina köprüsüne bakan bir tepede cay icesi, yeşilin ilmik ilmik ördüğü Visegrad kasabasınin temiz havasını cigerlerine doldurası geliyor.. Kitap gecen yüzyıllarda köprünün nelere tanık olduğunu , savaşı , işgalleri, Avusturya , Sırp , Osmanlı , Alman devletlerinin bu coğrafyadaki çekişmelerini , insanlarin ve kasabanın nasıl bir değişime uğradığını gözler önüne seriyor. İnsan yine doğaya zulm ediyor , teknoloji ve imkanlar yine doğaya kastediyor. Nice savaş , nice mücadele , nice salgın , nice ask , nice insan manzarası gördü hepsi geldi geçti ama yıkılmadı Drina Köprüsü. Adeta bu hengamenin ortasında , bu değişen , değişime yüz tutan her türlü şeye karşı bir başkaldırı.
Açıkçası beni huzunlendirdi çoğu yönüyle. Boyle bir güzellige,, köprüye, kasabaya, yahudisi, hristiyanı, muslumani bir arada tutan , ortak bir kültüre , geniş bir yelpazeye sahip bu yörenin maruz kaldığı zulüm içime işledi.
Sokullu Mehmet Pasa. Osmanlı tarihinin en önemli devlet adamlarından birinin talimatıyla yapılmış bir köprüdür Drina. Sokullu da zaten aslen Sirpdir ve koyu de Drina çevresinde Visegrad'a yakindir.
Lütfen okuyun , tavsiyede bulunun.
