Bir şey aynı zamanda hatırlattığı şeydir' diye güzel bir ölçü var. Kisve-i nebevîyi sevdiğimiz gibi onu taşıyanı da seviyoruz.Kişi, suret ve siret yönünden Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'e benzediği ölçüde muhabbete layık olur. Melikşah Sezen
İnsana dair her değer ve haysiyeti zayi eden insanlık, beşeriyet tarihi boyunca muhafaza edilmiş aslî ve fıtrî bir hasleti; kadın ve erkek olma/kalma haysiyetini de zayi etmek için kendi eliyle uğraşıyor. Sürekli büyüyen dinî ve ahlâkî erozyonun doğal bir neticesi olan bu boşluk; bir taraftan erkeklik ve kadınlığın sadece 'cinsel obje' olarak gösterilmesinden, diğer taraftan da bu sürecin oluşturduğu azgın ve doyumsuz ruhlardan beslenmektedir. "Onur" gibi bir kavramı dünyanın en rezil işine perde ve marka yaparak kendilerine masumiyet ve samimiyet resmi takmaları bile bu azgınlığın vehametinin en somut göstergesidir. "Utanmadıktan sonra dilediğini yap!" nebevî ihtarı gösteriyor ki bu zümrenin hiçbir söz ile utanması mümkün değildir. Çünkü fecaatlerini 'onur' olarak gören kimselerin utanma duygusuyla düzelmesini beklemek abestir. "Allah'ın bildiğini kuldan saklamama" iddiasıyla samimiyeti ve onuru kendi hisselerinde gören bu insanların samimiyet anlayışı tüm şeytanî ve hayvanî dürtüleri açıkça yaşamak arzusundan ibarettir ve samimiyetin hakikatiyle zerre bir münasebeti yoktur. İnsanlık haysiyetine hâlâ sahip olan, insanı kul olarak bilen, kulun kula ve kulun rabbine karşı bir hukuku olduğunun bir şekilde idrakinde olan insanoğlunun bu garabete karşı durması, yayılışına seyirci kalmaması elzem bir mükellefiyettir. Melikşah Sezen
Reklam
Teist, peygamberlerin ve dinlerin mevcudiyetini kabul etsin ya da etmesin Allah inancına sahip olan herkesi ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerin tümü bu kavramın içerisine dahil edilmektedir. Fakat bağlamdan da anlaşılacağı üzere teist olmak Müslüman olmakla aynı şey değildir. Sadece Allah, peygamber ve
Küfür, bir kimseyi dini daireden çıkaracak söz, fiil ve tasdikleri ifade eden genel bir kavramdır. Sözün veya fiilin bizatihi kendisi zahiren küfür emarelerine sahip olsa da bu söz veya fiile sahip kimsenin, o söz veya fiili serdediş niyeti, ilgili konudaki bilgisi, ilgili hâlin hakiki mânâda küfür olarak nitelenip nitelenmeyeceğini değiştiren önemli unsurlardır. Bu nedenle küfür bahisleri itikad eserlerinde 'küfr-i lafzî’, 'küfr-i inadî’, 'küfr-ü hükmî’ vb. kategorilere ayrılarak tasnif edilmiştir. Dolayısıyla küfür sözü ile kişinin kâfir olması aynı şey değildir. Mesela, 'Allah yoktur’ demek küfürdür dediğimizde; bu sözü kimin, hangi niyetle, hangi koşulda ve hangi amaçla söylendiğine bakmaksızm her telaffuz edeni kâüı' kabul ederiz demiş olmayız. Aksine bunu bir kâfirin böyle söylediğini nakletmek için paylaşan kişiyi, ateist bir düşünceye nasıl cevap verileceğini öğretmek üzere talebelerine ders verirken anlatan bir hocayı vb. halleri yani niyeti, amacı, bilgisi farklı olan kişilerin bu telaffuzlarının kendilerini kâfir yapmadığını teslim ederiz.
Peşinen ifade edilmelidir ki evrim zarurât-ı diniyye sınırlarında bir konu değildir. Yani kişinin evrim kabulünde olması onun İslâm dairesinden çıkmasını tek başına gerçekleştirmez. Kişi Kur’ân’ın ilgili bahislerdeki buyruklarını, bu konudaki delâlet bahislerini, bilimsel çalışmaların kat’îyyet durumunu bilmeyip bir tercihe kendi bilgileri
bir fizikçi için mesela yakıcı ve yanıcı nesnelerin buluşması yanma fiilinin gerçekleşmesini zorunlu kılabilir. Çünkü ona göre bu tabiatın zorunlu bir kanunudur.43 Bir Müslüman ise olaya bu kadar mutlak, keskin hatlı bir pencereden bakmaz. Elbette Müslümanlar nazarında da tabiatın bir işleyiş düzeni olduğu sabittir. Fakat bu tabiat nizamı mutlak değildir. Allahu Teâlâ bu nizama muvafık olmayan istisna yaratmalar gerçekleştirebilir.44 Çünkü âleme yerleştirilen düzen yani âdetullah bir zorunluluk barındırmaz sadece âdet olmuş bir ardışıldığı ifade eder. Allah Teâlâ’nın tabiata yerleştirdiği nizama sünnetullah/ âdetullah diyoruz. Alemi bu nizam anlayışı ile kavrayıp varlığımızı bu sayede idame ettiriyoruz. Bu nizam o kadar açıktır ki kelâm literatüründe isbât-ı vacib delilleri arasında “nizam delili’ adıyla kendisine önemli bir yer bulmuştur. Fakat bilimin anladığı ile sünnetullahın sunduğu tabiat işleyişi ve anlayışı aynı değildir. Sünnetullah, âlemin nizamının zorunluluk ilkesiyle sürdürülmesini ifade etmez. Bu nizama müdahaleyi, onda gerçekleşecek inkıtaı kabul eder. Mucizeler inkıta ve müdahalenin en müşahhas misalidir. Bazı kimselerin mucizeleri inkâr etmesi yahud bunları bildiren haberleri te’vil etmesi sözkonusu neticeyi değiştirmez. Çünkü mucizeler çalışmanın başlarında paylaştığımız mütevatir haber vasıtasıyla bildiğimiz bir bilgidir. Peygamberlerin mucize gösterdiklerine yani tabiattaki nizama, tabiat kanunlarına uymayan filler ortaya koyduklarına dair şehadet ve haberler Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler tarafından da ikrar ve kabul edilmektedir."'/45
Reklam
615 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.