"beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi.bos yere mağaramdan çıkarma beni.alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna.tedirgin etme beni.bu sefer geride bir şey bırakmadım; tasımı tarağımı topladım geldim.neyim var neyim yoksa ortaya döktüm.beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim.bir kere çavuş olduktan sonra bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye dönerim.beni uyandırma."
‘Ahmet ne kadar cahil’ derler. ‘Daha, bilmem ne kelimesini duymamış.’ Başımı sallarım. Birlikte acırız Ahmet’e: Oysa, o kelimenin anlamını ben de bilmiyorum.”
"Az, dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi... Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. Bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir."