Bu ülkede yaşamaya çalışmanın sıkıntısını her gün derinden hissettiğim günlerde okumak şanssızlığım oldu. Art arda birden fazla olaya değinmeye çalışan romanları genelde zorlama bulurum ama gündeminde her allahın günü yeni bir olay meydana gelen bir ülkede suya sabuna dokunmayan bir roman yazmayayım deyince pek de mümkün olmuyordur zaten bu. Bu ülkede insan olarak kadın olarak yaşamanın hatta var olmanın gerçek bir mücadele olduğunu yüzünüze vuruyor. "Bizler"- "sizler" çekişmesiyle anlatılan olayların tarafı taraftarı olmasanız bile size aslında her şeyin neticesinde geride kalan duyguları yansıtıyor. Çünkü her şey geçiyor ve geride sadece bir avuç duygu ve anı kalıyor. 17-18 yaşlarında bir çocuğun gözünden anlatıyor son yılların çekişmesini, trajedisini, ölümlerini, kavgalarını. Yetişkinliğin kirli dünyasına adım atmayan birinin sahici hislerinden daha gerçekçi ne olabilir ki hayatta? Bu dünyada var olmaya devam ederek yine de bu dünyadan el ayak çekmenin ağaç tepesine yuvalanmaktan daha güzel yolu olur mu? Roman size soruyor her şeyden bittikten sonra devam etmenin bir yolu var mı hala? Ben ağaçtaki kızın sonunu çok merak ettim. Kitabın sonundan sonrasında ağaçtaki kızın ne olduğunu ve kitap size gerçekten de bunların hiçbirini sorgulatmayıp gerçekten diğer incelemelerdeki gibi küfüre takınmanıza sebep olduysa suya sabuna dokunmayan bir şeyler okumanızı öneririm. Çünkü bence küfür ve argo hayatın içinden ve inanın bu ülkeye dair bazı gerçekler küfürsüz anlatılamaz. Yok yine de "Aman allahım siktir dedi kör oldum" falan diyecekseniz de Viktorya Dönemi İngiliz romanları okuyabilirsiniz.