Çocuğun olmadı. Karın çocuk isteyip istemediğini sormuştu sana. Kendini daha olgun hissetmiyordun, günün birinde olgunlaşacağından da emin değildin. Bir çocuk dünyaya getirmek öyle önemli, öyle gizemli bir işti ki, onu doğru dürüst gerçekleştirebileceğine inanmıyordun. Yaşamı aktarma yetinin seni aşmasını kabullenmen gerekiyordu. Annenle babanın da seni doğurmaya karar verirken, senin bugün olduğundan daha akıllıca davrandığını düşünmüyordun. Onların kararındaki bencillik, hafiflik karşısında şaşırıp kalıyordun. Olduğun kişiyi, olmanı istedikleri kişiden çok daha az isteyeceklerini düşünüyordun. Kendini bir sahtekar gibi hissediyordun, çünkü onları düş kırıklığına uğratmamış olsan da, kurdukları düşlere hiç benzememiştin. Öte yandan, o düşleri de bilmiyordun, sana anlatmalarını hiç istememiştin. İnsan neden çocuk yapar ki? Yaşamı uzatmak için, ayrıca çocuğunun neye benzeyeceğini görmeye meraklı olduğu için. Zaman zaman sürdüğün yaşamın daha fazla uzatılmaya değmeyeceğini düşünüyordun. Ama çocuğun sen olmayacaktı. Kendisi olacaktı. Kendi üzüntünü de ona geçireceğin ne belliydi? Tam tersine, yazgısında mutluluk olamaz mıydı? Yine de karının sorusunu geçiştirdin. O da sende beklediği heyecanı göremeyince, sessizliğini istemediğine yordu. Çocuksuz öldün.