Bilmiyorum, bazen hayretler içerisinde kalıyorum elime gelen kitabın o an ‘’okumazsam olmaz’’ hissine kapılma durumuna.. Hüzünle dolu dünyamda, insanlarla konuşmak istemeyiş zamanımda kapı aralığından sessizce girip yanımda olmak isteyişi gibi oldu bu kitap benim için. Sevgili dost yanındayım, şimdi seninle manevi lezzete doğru uçacağız hazır
Adı ve konusu açlık olan bir kitabı karnı tok sırtı pek okuduktan sonra nasıl inceleme yazılır ya da düşünceler ne kadar duygu yüklü ifade edilir bilemiyorum.
Bütün kitap boyunca sürekli empati kurmam gerektiğini düşünerek ilerledim, çünkü belli bir olay, daha doğrusu yoğun bir olay anlatımı olmadığı için ara ara bir kopukluk yaşayarak bitirdim
Baş başa olduğumuzda, hep iki kuklaymışız gibi konuşuyordu. Hep dalgın, umursamaz, alaylı bir tavrı vardı. Bazen de ansızın bu tavrı bırakıp sanki merhamete geliyordu.
Tolstoy, 1870 senesinde eşi Sonya’ya, yüksek sosyeteden kocasını aldatan bir kadının romanını yazacağını söyler. Ancak kendisi açısından tüm problemin; “bu kadını acınası kılmak ama hor görülecek biri gibi yansıtmamak olduğunu” da ekler. Peki böyle mi olmuştur? Bu tasarının fazlasıyla gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
1872 senesine gelindiğinde
Seçilen Ölümler
Bir anons üzerine olay yerine giderken , olay faillerinin tanıdığım insanlar olduğunu bilmiyordum. Ama o, kendisi için geldiğimizi biliyordu. Sokağın başından kalabalığın uğultusunu duyuyor, dikkatlice dinleyince yaklaştıklarını işitebiliyordu. Yaklaşıyorduk. Onu vazgeçirmeye geldiğimizden adı gibi emindi. Zamanı
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallahü aleyhi vesselam, insanlığın önderi olma vasfını yaşamış bir insandı. Sevgi ve merhameti en güzel biçimde, hayatının zorlu şartları içinde yaşamış nadir, bir şahsiyet. İnsan, özünde sakladığı merhamet hissiyatını, sevgili peygamberimizi örnek yaşantısıyla yasaya bilir. Biz merhamete muhtaç oldukça, Sevgili Peygamberimizin her zerresini özümüz de yaşamak durumundayız.
İlahiyatçı Bayram Ali Çetinkaya, siyer türünde Peygamberimizi (sav) irfan ve hikmet yönünden dönemin şiddet vukularına karşı sevgi dilini nasıl kullandığını anlatmakta, günümüzün modern düşünce durum ve karşı tavırlara karşı nasıl ideal bir insan olduğunu anlatır.
Çetinkaya, Sevgili Peygamberimizin (sav) in toplum içinde karşılaştığı zorluklara cevaben merhamet, nezaket, adaletli ve koruyan bir dilin inceliklerini örnek olaylarla okuru aydınlatır.
Bir ideal insan modeliyle kadınlara, çocuklara ve bire bir muhatap olduğu hastalara, yolculara ve misafirlere nasıl bir iletişim gücü geliştirdiğine dair bilgiler vermektedir.
Kitabın giriş başlığında son dönem 11 Eylül saldırı gibi yaşanan toplumsal olaylarda Hristiyan aleminin İslam alemine karşı tutumlarından bahsetmekte, okuru bilinclendirmektedir.
Yunus Özdemir
Hayatımı kendi ruh haline göre bana ithaf ettiği cümleler içerisinde geçiriyor olmak pek eğlenceli.. Kimin mi tabii ki de annemin. Babama sinirlendiği zaman evime gelip '' ne yapacaksın kocayı ohh en rahat sensin '' demesinin ardından babam ile ikinci bahar moduna geçince de '' ahh kızım çocuklar da gidecek, bizler bugün var yarın yokuz nasıl geçecek ömrün tek başına '' diye ağıtlar yakan annem..
Bir yandan yaşam sevincim olurken diğer yandan göğüs kafesimi
genişleten, dostluğu ve varlığı ile merhamete, aşka ve geleceğe dair umudumu arttıran, bir çift güzel söz, bir tutam tebessümü ile gecemi mehtaba çeviren annem.
Her ne kadar ilk evlat olmanın verdiği mecburiyet sebebi ile erken büyümek zorunda olan kızların kaderini yaşamış olsam da;
Rahatlıkla içimi dökebilme güvenini bana verdiği, yaptığım tüm hatalarıma rağmen doğruları ne beni ne de dizini dövmeden anlattığı için gerçekten çok şanslıyım.
Hiçbir şey yolunda gitmiyor sanıyoruz ya, değmiyor uğruna yorulduklarımız emin olun...Dünya yalan olduktan sonra; düz olsa ne yuvarlak olsa ne...
Gülmeyi, sevmeyi öğretenlerimiz eksik olmasınlar etrafımızdan..
Yokluğun buz gibi soğuk
Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... 'Üşüme' diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... 'Özledim' deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna,
Üç Kız Kardeş romanı buz gibi soğuk kış günlerinde içinizi ısıtacak bambaşka bir kitap gibi. İçerisinde güzel günlerden acılı saatlere, hastalıklardan sırlara, hayallerden unutulmaz aşklara, ihanetten sevgiye, iyiliklerden merhamete, dostluktan kardeşliğe kadar her şeyi içerisinde barındırmakta. Kısacası İclal Aydın’ın Üç Kız Kardeş kitabı hayatın
Nazım’ın aşklarını, belki de aşka âşık olduğunu çoğumuz biliriz. Bu kitaptan beklentim, Nazım’ın sadece Piraye ile olan ilişkisine yönelikti. Öncesini veya sonrasını, onun aldatmalarını okumayı istemiyordum. Öyle de başladı kitap, Nazım’ın, bazen de Piraye’nin aşk ve hasret dolu mektuplarını okudum. Hapisteydi Nazım, Piraye ise onun biricik karısı
Sabahattin Ali ‘nin 1936-1942 yılları arasında farklı dergi ve gazetelerde yayınlanmış öykülerinin 13 tanesinin biraraya 1943’te getirilip basılmış 136 sayfalık yüreği lime lime eden şahane ,okunası üst bir eser...
Kitap içindeki öyküler;
1-Asfalt Yol
2-Hanende Melek
3-Çaydanlık
4-Ayran
5-Isıtmak İçin
6-Uyku
7-Selam
8-Bir Mesleğin
"Büyükhanım'ın içine insanın insanı yediği bir cehennemde insanlığa dair bir şefkat resmi çizildi, bir inşirah indi. Demek dünyada hâlâ rahmete, merhamete dair emek vardı."