Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

merve yaprak

merve yaprak
@merveyaprak23
makine mühendisi
üniversite
kocaeli
istanbul
114 okur puanı
Haziran 2016 tarihinde katıldı
Zen insanları der ki, “Daha annenle baban doğmamışken kim olduğunu hatırla”- kendin bile değil, daha ebeveynlerin doğmamışken. Kim olduğunu hatırla: Senin asıl yüzün budur. Bunu görmek demek her türlü hayalden ve arzudan serbest kalmak demektir. Bunu görmek dinin tüm amacıdır. Bunu görmek Tanrı’yı görmektir! Çünkü Tanrı hedef değil kaynaktır. La ilahe ill Allah- Allah’tan başka Tanrı yoktur. Hedeften başka hedef yoktur. Paradoks da şu ki, hedef kaynağın içindedir. Orada senin varlığının içinde titreşmekte, nabzı oracıkta atmaktadır. Hiçbir yere gitme. Mahremiyete, gizliliğe, içinin en derin odalarına dal. Bunun hakkında konuşma. Bırak bu bir sır olarak kalsın. Dayanılmaz hale gelirse ustanla konuş; yoksa bunu bir sır olarak sakla. Bırak bu sır kalbinin toprağında gitgide daha derinlere insin. Bırak en iç noktasına, çekirdeğe erişsin. Ancak bu çekirdeğe eriştiğinde kişi alev alır. O zaman yalnızca Tanrı vardır: La ilahe ill Allah! Bu günlük bu kadar yeter.
Reklam
Buda bir ağacın altında meditasyon yapıyordu. Bu bir dolunay gecesiydi ve şehirden birkaç genç, felekten bir gece çalabilmek için ormana gelmişlerdi. Yanlarında bol bol şarap ve çok güzel bir fahişe getirmişlerdi. Buda’nın meditasyon yapmakta olduğu ağacın hemen yakınında yiyip içmeye, dans edip kadını soymaya başladılar. Hepsi sarhoş olduğu için
Ayaz, büyük fatih, Put Kıran Gazne Hükümdarı Mahmut’un ahbabı ve kuluydu... Bu kıssada kullanılan her kelimenin üzerinde dur. İslam putlara inanmaz ama bu Müslümanlar tarafından yanlış anlaşılmıştır. Putlara inanmamak başka bir şey, kalkıp başkalarının putlarını yok etmeye başlamak başka. Aslında birinin putunu kırmak demek, olumsuz yönde de

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ruhen yoksul olmak demek şunu görmek demektir: “Ben yokum”- “Tanrı var, ben yokum. Bütün var, kısım yok. Okyanus var, dalga yok”. İçsel yoksulluk budur; fakr budur. O zaman ister manastırda ol, ister pazar yerinde hiç fark etmez. Olmadığını bilirsin bu yüzden de her ne oluyorsa bu Tanrı’nın iradesidir: Senin manastırda olmanı istiyorsa manastırda olursun, pazar yerinde olmanı istiyorsa da pazar yerinde olursun. “Senin dediğin olur”- fakr budur. “Benim kendi iradem yok tur, herşey senin iradendedir. Benim kendi yönüm yoktur; sen nereye gidiyorsan ben de seninle gelirim sadece. Ben senin gölgen olacağım; kendi başıma ayrı bir varlık olmayacağım”. Sufilerin dinin temeli olduğunu söylediği ikinci şey de zikr yani Tanrı’nın hatırlanmasıdır. Tanrı, ulaşılması, keşfedilmesi ya da icat edilmesi gereken birşey değildir. Tanrı’nın sadece hatırlanması gerekir. Biz onu sadece unuttuk. Gereken tek şey bir uyanıştır. Buna zikr denir. İşte bu iki küçük kelime, fakr ve zikr , tasavvuf ruhunun ta kendisini oluşturur. Bu güzel hikaye de bu iki kelimenin hikayesidir. Bu iki kelime aynı madalyonun iki yüzüdür. Tanrı’yı hatırlarsan kaybolursun; kaybolursan, Tanrı’nın hatırlanması gerçekleşmeye başlar. Fakr, zikri getirir: İçsel yoksulluk, egosuzluk, Tanrı’nın hatırlanmasını getirir. Zikr de fakrı getirir: Tanrı’nın hatırlanması senin olmadığının, yalnızca O’nun var olduğunun farkına vardırır.
O zaman vazgeçmeye başlar. Bu hayatına yeniden heyecan kazandırır; gelecek yeniden umutla dolmuştur. O zaman şöyle düşünmeye başlar: “Sahip olduğum herşeyden vazgeçeceğim. Dünyanın en mütevazı, en yoksul insanı haline geleceğim. Büyük bir aziz olacağım ve dünya ne kadar çok şeyden vazgeçtiğimi bilecek- daha önce hiç kimse bu kadarından vazgeçmedi. Dünyanın en büyük azizi ben olacağım”. Yeniden umut belirmiştir. Ego yeni bir yaşama, yeni bir bedene bürünmüştür: Şimdi vazgeçmeye başlamıştır, vazgeçip duracaktır. Mülkiyetin sonu olmadığı gibi, vazgeçmenin de sonu yokmuş gibi görünüyor. Vazgeçip duruyor- önce giysilerinden, yemekten, evinden herşeyden- yoldaşlıktan, arkadaşlıktan, ilişkiden, insanlardan. Himalayalarda bir mağaraya veya ormanın derinliklerinde bir manastıra kaçıyor. Vazgeçip duruyor ama bir gün yine bunun da sonu geliyor. Yine herşeyden vazgeçmiş ama hiçbir şey kazanamamış. Yeniden sıkılıyor. Manastıra gidersen zengin insanların yüzünde gördüğün sıkılmış ifadeyi, oradaki rahiplerin yüzünde de göreceksin. Aralarında hiçbir fark yoktur.
Reklam
Birinci yanılsama mülkiyet, ikincisi ise vazgeçmektir. Ve her ikisi de aynı egoya dayanır. Ego öncelikle sahip olabileceği kadarına sahip olmayı dener- ne kadar çok şeyi varsa o da o kadar çoğalır. Sonra bir an gelir ve o kadar çok şeyin olmuştur ki, artık bunlar ilgini çekmez, sıkıcılaşırlar. Zengin insanların böylesine sıkılmış görünme nedeni
Ve içten içe kendini bir şeylerden vazgeçmemiş olanlarla kıyaslamaya başlar. O diğerlerinden daha “mübarek” hale gelmiştir. Yüksek bir kaidenin üzerinde olduğunu, kendisinden başka herkesin suçlu olduğu, kendisinden başka herkesin cehenneme gideceğini farz etmeye başlar. Çünkü o dünyadan, dünyevi tüm zevklerden ve dünyaya dair herşeyden vazgeçmiştir. İçsel anlamda yoksullaşacağına, içsel olarak çok zenginleşmiştir. Ego güçlenmiştir. Ego daha güçlü bir hale gelmiş, eskisinden de sağlamlaş-mıştır. Neredeyse kaya gibi olmuştur artık. Sanyasinlerime dünyadan vazgeçin demeyişimin nedeni budur. Ben egodan vazgeçin diyorum! Bırakın dünya olduğu yerde kalsın. Sen kimsin ki ondan vazgeçeceksin? Ondan vazgeçmekle tek bir şeyi kabul etmiş oluyorsun; onun sana ait olduğunu. Sana ait olmayan bir şeyden nasıl vazgeçersin? Gör bu basit noktayı: Hiçbir şey sana ait değildir.
Benim burada yapmaya çalıştığım da bu- sizi kışkırtmak ve zaten olduğunuz ama unuttuğunuz şeye doğru çekmek. Size sadece hatırlatıyorum bunu. Sufiler der ki, din başlı başına iki şeyden meydana gelir. Biri fakr yani hiç kimse, hiçbir şey, egosuzluk, tevazu kavramıdır. Fakr sözcüğü bunların tümünü kasteder. Temel nokta varoluştan ayrı olmadığındır. Ego olgusunu yaratan şey kendini varoluştan ayrı düşünmektir. Ve sana, “Ben biriyim” ve sonra “özel biriyim” diye düşündüren şey egodur. Sonra bunu kanıtlaman, rekabete girmen, hırslanman ve başarman gerekir. Sonra zamanın kumlarında ayak izini bırakman; tarihe ismini kazıman gerekir. Sonra içinde her türlü arzu belirmeye başlar. Ama tüm arzuların kökeninde yatan şey “Ben varım” diye yanlış bir fikrin kabul edilişidir. Kişi bu fikri bir kenara bıraktığında bir fakir olmuştur artık. Fakirin gerçek anlamı budur. O yalnızca dilenci ya da yalnızca yoksul anlamına gelmez. Gerçek yoksulluğu oluşturan egosuzluktur. İsa’nın, “Ruhen yoksul olmadığınız taktirde benim Tanrı krallığıma giremeyeceksiniz” derken kastettiği de budur...ruhen yoksul olmak. Para ve pulundan vazgeçip dışta yoksul olmak çok kolaydır; çok kolaydır bu. Ama bu içsel anlamda yoksullaşmana yardım edeceğine tam tersine engel olabilir çünkü bir şeylerden vazgeçen kişinin egosu son derece güçlenir. “Bak ne kadar çok şeyden vazgeçtim. Ben sıradan bir fani değilim. Büyük bir ermiş, bir aziz, bir mahatmayım- herşeyden vazgeçtim” diye düşünmeye başlanır.
Sen, sen olarak yok olmak zorundasın, o zaman gerçek ortaya çıkar. Gerçeğin ne olduğuna dair hiçbir fikre sahip değilsin, rüyalarında bile. Sen gerçek dışısın ve gerçek dışılıkta yaşıyorsun. Rüyalarda yaşıyorsun, uykuya dalmış vaziyettesin. Uyanışın nasıl bir şey olacağını kavrayamazsın. Yalnızca bir tek şey söylenebilir: Bildiğin hiçbir şeyi
9. BÖLÜM SONSUZ SABIR Bir zamanlar cennet meyvesini işitmiş olan bir kadın vardı. Ona tamah etti. Adına Sabar diyeceğimiz bir dervişe sordu, “Bu meyveyi nasıl bulabilirim ki böylece mevcut bilgiye erebileyim? “Sana verebileceğim en iyi tavsiye benimle çalışman olur,” dedi derviş. “Fakat böyle yapmazsan, kararlı bir şekilde ve bazen yerinde
Reklam
Bu güzel metaforların şifresini kendi başına çöz; derinlemesine düşün onlar hakkında. Bu yüzden hikayeler üzerinden konuşuyorum. Onlar üzerinden hiç kimse konuşmamıştı. Niçin ben bu küçük hikayeler üzerinden konuşuyorum? -sadece nasıl düşüneceğine dair sana birkaç ipucu vermek için. Bunlar bu hikayeler üzerine yapılan yorumlar değiller; ben bir
Bu küfür değildir. Tanrı’nın, Buda’nın bir buçuk kilo ketene indirgenmesi değildir; tam tersine bir buçuk kilo keten kutsallığa, Budalığa, Tanrı’ya dönüştürülür. Bu küfür değil, bugüne kadar söylenmiş en kutsal sözlerden biridir. Bu, anlaşılması gereken en temel hakikatlerden biridir. Ondan sonra bu güzel meselin içine girmek çok kolay
Egonun talepleri yüzünden din bir hastalık haline gelmiştir, din nevrotikleşmiştir. Ego tamamen zor bir şey ister ki böylece, ona erişirsen özel bir ayrıcalık haline gelsin -ona sadece sen eriş-tiysen, başkası değil. Hakikatin Everest zirvesi veya ayda yürümek gibi bir şey olmasını ister; senin talep edebileceğin kadar özel bir şey olmasını ister.
Siyaset dünyası temelde içgüdüsel seviyededir. Orman yasalarına aittir: Güçlü olan haklıdır. Politikaya ilgi duyan insanlar da en vasat olanlardır. Siyasetin sadece tek bir özelliğe ihtiyacı vardır. Bu da çok derin bir aşağılık duygusu. Politika neredeyse tek bir matematiksel formüle indirgenebilir: Politika güç arzusudur. Friedrich Nietzsche,
Bu yüzden bilimin gelişmiş olduğu her yerde din yok olmuştur. Zihnin bilimsel yollarda düşünmek ve yapmak üzere eğitildiği bir yerde din öylece ölüp gider; zihnin çiçekleri orada açmaz artık. Bilimsel zihnin toprağında, dinin tohumunun büyümesine izin vermeyen, onu öldüren bir zehir vardır. Nedir bu zehir? Bilim varoluşun sırrını çözmeye
Sevgili Osho, Bugünlerde içimde hâlâ çok hassas ve kırılgan olan küçük bir bitkinin büyüdüğünü hissediyorum. Bu yeni açmaya başlayan çiçeğe son derece iyi bakmam, ne çok fazla ne de çok az su vermem ve çok fazla rüzgâra maruz bırakmamam gerektiğini hissediyorum. Sevgili Osho, şu anda onu kolaylıkla yok edebileceğim için lütfen bana bu küçük
Reklam
Buda aydınlandıktan sonra kırk yıl yaşadı. Tüm arzuları bittikten sonra ego kayboldu, kırk yıl daha yaşadı. Pek çok kez sorulmuştu, "Niçin hâlâ bedenin içindesiniz?" İş bittiğinde kaybolmalısın. Mantıksız geliyor: Niçin Buda tek bir an dahi bedenin içinde var oldu? Hiç arzu olmadığında beden nasıl devam edebilir? Anlaşılması gereken çok
Kadın Özgürlüğü Hareketinden sadece kadınların sorumlu olduğunu mu düşünüyorsunuz? Dünyada sürmekte olan Kadın Özgürlüğü Hareketi, erkeklerin yarattığı bir olgudur. Bunun da bir erkek komplosu olması seni şaşırtacaktır. Şimdi, erkek kadından kurtulmak istiyor. O hiç sorumluluk istemiyor. O kadınların tadını çıkarmak istiyor ama sadece eğlence
İlkin şunu net bir şekilde anlamalısın ki 'cadı' kelimesine kötü anlam yükleyen Hıristiyanlıktı. Yoksa, bu çok saygıdeğer bir ünvandı, bilge adam anlamındaki mistik gibi bilge kadın anlamına geliyordu, bilge erkeğin dişi karşılığı idi.
İnsan bazı durumlarda iyi, bazı durumlarda kötü olur. Onu yargılamanız durumu nasıl tanımladığınıza ve bakış açınıza bağlıdır. Bir şeyin kötü olduğunu düşünüyorsanız o şey kötü olacaktır. Belirli bir biçimde davranmayı kötü bulduğunuzda o davranış kötü olur. Biz burada oturmuş konuşurken aramızdan biri uyuya kalırsa ve siz bunun kötü bir şey
Bütün dünyada insanlar öfkelendiklerinde aynı sesleri çıkarırlar; aşık olduklarında aynı sesleri çıkarırlar. Bu da benzer sözcüklerin oluşmasına neden olur. Ama bunu ciddiye almayın çünkü içinde kaybolabilirsiniz. Önemli bazı noktalar keşfetseniz bile bu spiritüel arayış içinde olan birisinin hiçbir işine yaramaz. Zihin doğası gereği, bir şeyi soruştururken işe önyargılarla başlar. Ben Müslümanların kötü oldukları kanısındaysam sürekli bu düşüncemi destekleyecek kanıtlar bulurum, sonunda da fikrimi ispatlarım. Sonra bir Müslüman'la karşılaştığımda onda kusurlar bulmaya başlarım. Kimse de bana hatalı olduğumu söyleyemez çünkü "kanıtlarım" var. Bir başka kişinin ise bunun tam karşıtı bir önyargısı olabilir. Ona göre Müslüman'ın anlamı "iyi adam" ise, aynı Müslüman'la o karşılaştığında onda iyiliğin göstergelerini bulacaktır. İyi ve kötü birbirinin karşıtı değildir; birlikte vardırlar. İnsanın ikisini de olma olasılığı vardır, bu yüzden hangisini arıyorsanız onu bulabilirsiniz.
Beden ve zihin ayrıdır diye düşünebilirsiniz ya da tam karşıtında yer alarak "Ben birim. Beden ve zihin benim" diyebilirsiniz. Ama bu bile ayrılık varsayımından yola çıkmaktır. "Bir" diyorsunuz ama ikilik (dualite) hissediyorsunuz. İkilik duygusuna birlikle karşı çıkıyorsunuz. Bu karşı çıkma bile örtülü bir bastırmadır. Onun için işe ikilik içermeyen bir felsefe (advait) ile başlayın. Varoluş ile başlayın, kavramlar ile değil. Derin, kavramlaştırılmamış bir bilinçlilik ile başlayın. İşte doğru başlangıç dediğim budur. Var olanı hissetmeye çalışın. "Bir" ya da "iki", "şu" ya da "bu" demeyin, ne olduğunu hissedin. Ve yalnızca zihin, kavramlar, felsefeler ve doktrinler orada olmadığında -yani dilin yokluğunda- gerçekten hissedebilirsiniz. Dil olmadığı zaman siz varoluşun içindesiniz. Dil olduğunda ise zihnin içindesiniz. Değişik bir dille değişik bir zihniniz olur. O kadar çok dil var ki... yalnız dil anlamında değil, aynı zamanda politik ve dini anlamda. Yanımda oturan bir komünist aslında benimle değil, o başka bir dilin içinde yaşıyor. Öteki tarafımda karmaya inanan biri oturuyor. Onunla komünist asla buluşamazlar. Aralarında bir diyalog olması mümkün değildir çünkü aynı dili konuşmuyorlar. Aynı sözcükleri kullanıyor olabilirler ama yine de birbirlerinin ne dediğini anlayamazlar. Farklı evrenlerde yaşıyorlar. Dil yüzünden herkes farklı evrenlerde yaşıyor. Dil olmadığında ortak bir diliniz; varoluş var. Meditasyondan kastım budur; özel dil dünyanızdan çıkın ve sözsel olmayan varoluşa girin.
Reklam
Buda'nın kullandığı pozisyonun adı padmasan yani lotus pozisyonudur. Bu en az enerji gerektiren pozisyonlardan biridir. Dik oturduğunuzda bu oturuş o kadar dengelidir ki yeryüzü ile birleşirsiniz. Yerçekimi etkili değildir. Elleriniz ve ayaklarınız kapalı devre oluşturacak biçimdeyse hayat elektriği bir çember içinde hareket eder. Enerji daireseldir, dışarı atılmaz. Enerji dışarı hep parmaklardan, el ya da ayaklardan çıkar. Ama dairesel bir biçimden dışarı akamaz. Bu yüzden kadınlar erkeklerden daha dayanıklı olurlar ve daha uzun yaşarlar. Beden ne kadar yuvarlaksa dışarı o kadar az enerji akar. Seksten sonra kadınlar bitkin düşmez çünkü cinsel organları yuvarlak ve emicidir. Cinsel organlarının biçimi nedeni ile daha fazla enerjileri dışarı aktığı için sekste erkekler daha fazla yorulur. Dışarı atılan yalnız biyolojik değil, aynı zamanda ruhsal enerjidir. Padmasanda bütün enerji çıkış noktaları birleşmiştir böylece enerji içerde kalır. Ayaklar üst üste atılmıştır, eller ayaklara, ayaklar ise cinsel merkeze dokunur. Bu pozisyonda enerji dışarı akmadığı için insan bedenini tümüyle unutabilir. Gözler de ya yarı ya da tam kapalı ve göz bebekleri hareketsizdir, çünkü gözler enerjinin en fazla dışarı çıktığı noktalardan biridir. Rüya görürken bile gözler hareketli olduğundan dışarı çıkan enerji vardır. Rüyasız uyku sırasında gözler hareketsiz olduğu için tüm enerji içeri akar.
Ama uyandırılabilir. Kundalini yoga bunu yapmanın pek çok metodunu içerir. Örneğin, pranayama (nefes kontrolü) bu uyuyan enerjiyi dürtmenin bir yoludur. Nefes almak sizin yaşam enerjiniz -prananız- orijinal hayat kaynağınız ile gerçek varoluşunuz arasında bir köprüdür. Potansiyel ile gerçekleşen arasındaki köprüdür. Nefes alıp verme sisteminizi
Yaşamın şu katı gerçekleri dediğimiz şeylerle sürekli olarak karşı karşıya olmak zihnimizi kemikleştiriyor. Yumuşaklık kalmıyor, şiirsellik gidiyor. Orada yeşil otların bitmesine olanak veremeyen bir kum çölüyle karşılaşıyoruz. Basho’nun çağında yaşam daha böylesine şiirsellikten yoksun, böylesine tıkıştırılıp sıkıştırılmış değildi. Bambu kamışlarından yapılmış bir kulübe, bir kamış sopa, pamukludan yapılmış çuval gibi bir çul şair için çevresinde dolanmak, gönlünün çektiği, hoşuna giden köyde kalmak, her türlü yaşantıyı tatmak için yeterliydi. Bu yaşantıların çoğunluğu da ilkel bir yolculukta karşılaşılacak güçlüklerin getireceği yaşantılardı. Yolculuk çok kolay, çok rahat olunca yolculuğun ruhsal anlamı yok oldu. Belki buna duygusallık diyebilirsiniz ama yolculuğun uyandırdığı bir tür yalnızlık duygusu vardır, insanı yaşamın anlamı konusunda düşüncelere götürür. Aslına bakacak olursanız yaşam da bir bilinmezden ötekine bir yolculuk değil mi? Payımıza düşen altmış yetmiş ya da seksen yıllık ömrümüzde, eğer elimizden gelirse gizlerin örtülerini kaldırmaya çalışıyoruz. Bu kısa ömrü üzüntüsüz sıkıntısız da olsa kapalı gözle geçirmek bizi bu sonsuzluk duyarlığının yalnızlığından yoksun bırakır.
Kadınlar için onların hastalıklarının, zihinsel problemlerinin yüzde doksan dokuzunun temelde sevgi ihtiyacı olduğu doğrudur. Ne zaman bir kadını seversen onun hiç sorunu olmaz. Ne zaman sevgide bazı sorunlar olursa pek çok problem ortaya çıkar. Artık o ilgi için can atıyor. Ve psikanalizciler bu ilgi alma ihtiyacını sömürüyorlar çünkü
İnsan sadece iki şekilde huzur bulabilir: O yeniden bir hayvana dönüşebilir. O zaman o tek olacaktır, o zaman hiçbir bölünme olmayacaktır, o zaman huzur olacaktır, sessizlik, ahenk... Ve milyonlarca insanın yapmaya çalıştığı şey farklı şekillerde hayvan olmaktır. Savaş insana yine hayvan olma şansı verir; bu yüzden savaşın büyük bir çekim gücü