Belki de 'Yalnız susayan suyu değil, su da susayanı arar' sırrı...
Şunu unutmamalıdır ki, insanoğlu aslında her gece ve gündüz, farkında olarak veya olmaksızın, sayısız ölüm sebepleri ile karşı karşıyadır. Ölüm, insanı her an pusuda beklemektedir. Hazret-i Mevlânâ Mesnevî'sinde şöyle buyurur: “Aslında her an, canının bir cüz'ü ölüm hâlindedir. Her an, can verme zamanıdır ve her an, ömrün tükenmektedir.” Gerçekten hergün şu fânî hayattan bir gün daha uzaklaşırken kabre bir adım daha yaklaşmıyor muyuz? Hergün ömür takvimimizden bir sayfa kopmakta değil midir? ..... Buna rağmen insan, büyük bir teyakkuz içinde bulunması gerekirken, maalesef binbir gaflet içinde ömür takviminden yaprakların birer-ikişer düşüşünü, ekseriyetle hissiz bir şekilde seyrediyor. Tıpkı üzerinden akıp giden yağmur damlalarından nasip alamayan kayalar gibi... Aslında bizler, doğduğumuz günden beri her gün bir parça ölüyoruz, farkında olmadan her gün ölüme doğru yol almaktayız
_Kanatsız uçmaya kalkışma! _Ham, pişkinin halinden anlamaz; öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselâm. _O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur, sen ona deli adı takma! _Hakiki olan vaadleri gönül kabul eder; içten gelmeyen vaadler ise insanı ıstıraba sokar. Kerem ehlinin vaadleri görünen hazinedir; ehil olmayanların vaadleri ise
Reklam
Mesnevî kelimesi Arapça iki (isneyn) kelimesinden gelen mesnâ mesnâ (ikişer ikişer) kelimesinden türetilmiş ism-i mensubdur (nispet ve aidiyet bildiren kiptir).
Sayfa 22
Aslı Arapça olmasına rağmen, bu dilde kullanılmayan mesnevi kelimesi lügat anlamı itibariyle ikişer ikişer, ikili manasını ihtiva eder.
616 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Mesnevî: İkişer ikişer
Mesnevî’de Hint, İran, Yunan, Roma mitolojisi; erenlerin kıssaları, âşık masalları, halk hikâyeleri, Kelile ve Dimne’den gelme hikâyeler, barındıran bir eserdir. Mesnevî, içinde Hint, İran, Yunan, Roma Mitolojisi; Yaradılış Destanı, erenlerin, kıssaları, âşık masalları, halk öyküleri barındıran bir eserdir. Mesnevi’nin dili Farsçadır. Eserlerini
Mesnevi
MesneviMevlana Celaleddin-i Rumi · Panama Yayıncılık · 20133,470 okunma
Mevlânâ’nın Hikâyesi
Anlatılanlara göre Mevlânâ gençliğinde bir müderris ve fıkıh bilgini olarak bu şehirdeki medresede talebe yetiştirmekteymiş. Bir gün tekkeye başında helva tepsisiyle biri gelir. Tepsideki helva dilim dilim kesilmiş olup her parça bir kuruşa satılmaktadır. Helvacı, Mevlânâ’nın bulunduğu yere geldiği zaman; "Tepsiyi getir!" der Mevlânâ. Adam tepsiden bir dilim alır, şeyhe sunar. Mevlânâ onu yer. Bunun üzerine helvacı başka kimseye bir şey vermeden medreseden çıkar gider. Şeyh ise onun ardından koşar; öğrencilerini yüzüstü bırakır. Talebeler bir süre beklerler; sonra şeyhlerine ne olduğunu araştırmaya başlarlar fakat nereye gittiğini hiç öğrenemezler. Yıllar sonra Mevlânâ geri döner, ancak o artık kimsenin anlamadığı Farsça şiirlerden başka bir şey söylememektedir! Bunlar, ikişer dizesi birbiriyle kafiyeli dörtlükler hâlinde uzun bir manzumeyi oluşturmaktadır. Eski öğrencileri şeyhlerinin bu hâlini de benimserler. Ağzından çıkan şiirleri yazıp kaydederler. Böylece Mesnevî adı verilen ünlü kitap meydana gelir. Bu ülke halkı Mesnevî kitabına çok değer veriyor. Onun içindeki dizelere azamî saygıyı gösteriyor, anlamaya çalışıyor; Cuma günleri tekke ve dergâhlarda onu okuyorlar. Bu şehirde ayrıca Mevlânâ Celâleddîn’in hocası olduğu söylenen Fakih Ahmed’in kabri de bulunuyor.