Muhalefet "siyaset ve meşruiyet” dairesinde durdukça mühim bir vazife ifa ediyordu. Lakin rakiplerini "behemehál ve nasıl olursa olsun düşürmek" maksadını takip etmeye başladığı zaman rakiplerine de "behemehâl düşmemek" maksadını bir hak olarak vermiş oldu. Şurası da şayan-ı dikkattir ki muhalif firkayı nihayetinde tekeline alarak onu firkalıktan çıkarıp bir "intikam komitesi" şeklinde sokanlar, iktidar firkasına "hakk-ı hayat" vermiyorlardı. Onlara göre siyasetin en şereflisi, İttihâd ve Terakki¹ ile erkânını kat'iyen lağvedip mahvetmekten ibaretti. Böyle bir içtihada karşı acaba İttihâdcılar, "Hakkınız var, biz cânî ve hainiz. İşte kendi elimizle iplerimizi boynumuza taktık, buyurunuz, bizi asınız" mı diyeceklerdi? İfrat ifrati davet eder. Muhalefet erkânı, galebe ümidiyle sarhoş oldukları ve hele müstear namla iktidar mevkiini güya ele geçirdikleri zaman hâkim firkayı kat'iyen lağvedip mahvetmeye azmettiklerini gizlemediler. Hatta birkaç kere de buna teşebbüs ettiler.
Bir yandan bilimsel ve felsefi rasyonalizmin kesinlik ve doğruluk mantığının kazanmış olduğu meşruiyet, diğer yandan bütünüyle natüralist parametreler ekseninde serpilip gelişen modern özgürlük ve eşitlik idealleri, diğer yandan ise modem ulus devlet aygıtının söz konusu rasyonalizasyon mekanizmalarına sahip olmak suretiyle eğitim meselesini üstlenmesiyle birlikte, eğitim de, zaten müteal bağlarından kopartılmış olan ve nesnellik ideali içerisinde epistemik bir kesinliğe taşınan bilginin aktarılması ve devlet aygıtının ihtiyaç duyduğu teknik donanıma veya meşruiyet mantığına sahip vatandaşların yetiştirilmesi etkinligine dönüşmüştür. Çok genel bir değerlendirmeyle ifade edildiğinde, modem eğitim paradigmasının serpilip gelişmesinde de, bu bağlamda zuhura gelmiş olan araçsal bir akılcılık anlayışının işbaşında olduğunu söylemek mümkündür. Doğruluktan ziyade faydanın amaç teşkil ettiği bir bilgi anlayışının, değer, anlam ve amaç için ölçüt kılınması, söz konusu araçsal rasyonalizmin işleyiş mantığını anlamak bakımından önemli olduğu gibi, modern eğitim sürecinden geçen insanların, niçin zeki olmakla birlikte, bütünlüklü ve derinlikli düşünme kabiliyetinden mahrum kılındıklarını anlamak bakımından da oldukça önemlidir. Zira bilimsel faaliyetin deney, gözlem ve bilimsel rasyonaliteye, düşüncenin ise insanın epistemik pratiklerine indirgendiği modern entelektüel kültürleşmede, düşünme eylemi de, bir çözümleme, hesaplama ve öznenin bilinç açıklığı içerisinde düşünce konusu kılınan şeyin “objektif” temsiline indirgenmiştir.
Sayfa 231Kitabı okudu
Reklam
tek bir cümlenize katılır olmuş idim, ne yazık ki onu da yanlış okumuşum. beyan buyurduğunuz senelerde ahalinin devlet-din telakkisini yeteri derecede tetkik edememiş gördüm sizi. zaten hatalı menbalara temas olunacağını da tahmin edebiliyorum. o insanların matlubu devletin dini ele almaması idi, çünkü böyle olduğu takdirde muharref din açığa
UFUK

UFUK

@ufukkk35
·
3g
Atatürk'ü sevmeyip de siyasal İslamı seven bir insan ya kördür, ya da bu durumdan nemalanıyordur, net. Atatürk hacı hoca kesti dedikleriniz ve hoca sandıklarınızın hepsi ya İngiliz uşağıydı, ya Yunan.Bu hoca denilen şahsiyetlerin milli mücadele ile ilgili sözlerini dikkatle okumanızı tavsiye edeceğim. Yazım bitince altta paylaşacağım, fakat
Şu yeni bin yılın eşiğinde, dünya, kıtalar arası kapitalist oligarşilerin egemenliği altında. Bu oligarşilerin günlük uygulamaları ve meşruiyet çabaları, yerküre sakinlerinin çok büyük çoğunluğunun çıkarlarına ters düşüyor. Küreselleşme giderek artan birleşmelere neden oluyor, ulusal ekonomileri kapitalist bir dünyaya ve birleşmiş bir siber alana zorluyor. Bu süreç, üretim güçlerinde fevkalade bir gelişmeye yol açmakta. Her an sayısız zenginlikler yaratılıyor. Üretim biçimi ve sermaye birikimi bir canlılığı, bir yaratıcılığı, hayranlık uyandırması kesin ve mutlak uyuşturucu bir etkiyi beraberinde getiriyor. On yılın yarısından da az bir zaman diliminde, dünyadaki brüt üretim ikiye katlandı, dünya ticaret hacmi de üç kat arttı. Enerji tüketimi ise ortalama olarak dört yılda bir ikiye katlanmakta. İnsanlık, tarihinde ilk kez bir bolluk yaşıyor. Dünya, üstüne yığılan zenginliklerin altında ezilecek neredeyse. Sınırsız insan ihtiyaçlarını kat be kat aşan bir üretim var. Ama öte yandan ceset yığınları da dünyayı kaplıyor. Azgelişmişlik cehenneminin dört zebanisi; açlık, susuzluk, salgın hastalıklar ve savaş her yanda. Ikinci Dünya Savaşı kasaplarının altı yılda yaptıklarından daha fazlasını bir yıla sığdırıp, her yıl erkek, kadın, çocuk demeden katlediyorlar. Üçüncü Dünya'nın insanları, "Üçüncü Dünya Savaşı”nı yaşıyorlar.
Bu bir savaşsa, kimin galip çıkacağını biliyordum. Ama galibiyetin, hayattaki tek meşruiyet alanı olmadığını da bili­yordum. Gönül rahatlığıyla yenilmek ve yenilmek ve yenil­mek istiyordum...
YAMANDIR!
Sarışın, sert ve bakınırken gözlerine takılmamak imkânsız! Hacı Âdil, arasıra ona dönüyor. Belli ki, rütbesi ile nisbetsiz bir önemi var. Biz Meşruiyet'in komitacılık âleminde bu önemlere alışmıştık. Salondan çıktıktan sonra, Hacı Âdil'e bu zatın kim olduğunu sordum. -Mustafa Kemal Bey dedi. Sonra biraz şaşıca gözlerini manalaştırarak ilave etti: -Yamandır!
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.