"Geçmişe uzanan günlerin anılarını bir bir aklına düşürmesine, Tanabay'ın kendisi de pek şaştı. O güne kadar hiç düşünmemişti
bunları. Demek ki düşünmemek unutmak demek değilmiş. Aslında Tanabay unuttuğu için değil, istemediği için düşünmüyordu geçmişini. Düşünmemeye çalışırdı o acı veren geçmişi."
"İkisi başbaşa verip konuşmak, uzun uzun dertleşmek fırsatını bulamadılar. İş üstüne iş biniyordu. Zaman akıp gitti. Bir daha da birbirlerini hiç göremez oldular."
"Ne yararı oluyor bu telâşın? Tepeye ilk varan sen olunca ödül mü veriyorlar? Yine orada oturup geriden gelenleri bekliyorsun. Şunu iyi bil dostum, dünya devrimini tek başına gerçekleştiremezsin, başkalarının da gelmesini, seninle beraber olmalarını beklemek zorundasın."
"Bilâkis göreceğim zulüm ve gadrin benimle beraber o büyük mağdur anayı da vurduğunu, yaralarına bir fazla yara ilâve ettiğini düşüneceğim ve daha kuvvetle, daha şevkle çalışacağım."
Yollar görünmez kayalara doluymuş... Onlara çarpmamak lazımmış... Daha fenası gizli cereyanlar varmış ki insan onlara kapıldığı zaman yolun değiştiğini, gittikçe uzaklaştığını farkedemezmiş...Tâ kendisini başka sahillere düşmüş görünceye kadar...
İstanbul öyle bir hale gelmiş ki sokakta kaldırımların üstüne yatıp açlıktan ölsen, "acep insan açlığından nasıl ölürmüş, hele bir seyredelim!" diye etrafına bir yığın ahali birikecek.
"Zaafın, aczin, tereddütün ulaşmaz bir düşmanı olmuştu. Herkes, kuvvetle istediği halde, kendi hayatını istediği gibi sevk ve idare edebilirdi. Fenalara, düşkünlere acımak mânasız bir mızmızlıktı."