Sanki bir akvaryumun içinde
Yapayalnız kaldım da ben
Yanımda başka akvaryumlar ve
içinde başka birileri
Doğrusu müthişti bu, denizin icat ettiği bir mezarlık gibiydik
Başka değil
Oğuz Atay, toplum gerçekliğini insan gerçekliğinden yola çıkarak gerçekliğe ışık tutmaya çalıştığı, dil ve üslubu ile kitaba ivme kazandırdığı, her cümlesiyle farklı imgeye dönüştüğü, tutunamayanların dünyasına yeni bir soluk taşıdığı bir kitap. İnsanlar kendi içinde birçok kimlik taşır ve her bir kimlik insana ait bir maskeye dönüşür. Zamanla insan bu maskenin birinin arkasına sığınır ve bununla yaşayacağını düşünürken diğer maskelerin yorgunluğu altında ezilir. İnsan kendini bulmaya çalıştıkta, bulunduğu yerlerde bir yere sığmaya çalıştıkta bu benlikliklerin arasında ezilir ve ezer. Düşünen insan oynayan insan modunda seyreder ve oynadıkça kendini bulmaya çalıştıkta içinde kaybettikleriyle bir mezarlık yaratır içinde. Kaybettikçe kendini bulmaya çalışan yaşam, yaşam olmaktan çıkar ve uçsuz bir oyun alanına döner. Ve bu oyunlar insanın yaşamından, taşıdığı kimliklerin ağırlığından ezilir ve tek kimlik altında son bulana kadar devam eder. Oğuz Atay, ikinci romanı da sanki tutunamayanlarin devamiymışcasına o ağırlığı o ruhu devam ettirmiş kitabında, sanki Hikmet aslında Selimmiş hissiyatı yaratıyor. Muhakkak okunmalı ve bu hissiyat yaşanmalı.
Sebald’ın okuduğum ikinci kitabı bu. Daha önce, yine uzunca bir serüven eşliğinde
Austerlitz’i okumuştum. Bu sefer, Sebald’a aşinalığımın işimi kolaylaştıracağını düşündüm, ama belli ki yanılmışım.
Yazarın ustalığı, daha ilk aşamada, eserin türü ile beliriyor karşımızda. Bu bir biyografi, ama aynı zamanda bir kurgu, bir seyahat kitabı, kimi