Merhabalar;
İnanın nereden ve nasıl başlayacağımı hiç bilmiyorum. Bu kitabın film versiyonunu bana ilk öneren Psikiyatri Hemşireliği dersimize giren değerli bir hocam oldu. Aslında o zamanlardan beri hep aklımdaydı film. Ama kitabını okumadan izlemek istemedim ve bu yüzden hep erteledim. Kısmet bugünlereymiş. Kitabı bittiğine göre filmini de
ilk kitabı ne kadar çok sevdiğim düşünüldüğünde bu tam bir hayal kırıklığıydı. birinci kitap gayet tadında bitmişti ve ikinci kitaptan yana bir beklentim de yoktu buna rağmen kitabı hiç sevmedim. ilk kitaptan nasıl keyif aldıysam bunu da bir o kadar zorlanarak okudum, birçok kez yarım bırakmanın eşiğinden döndüm. hepimizin bazı çizgileri vardır, mazur göremeyeceğim şeylerden biri de aldatma. ilk kitapta yine katlanabildim Ike ölü bir ruh olduğundan ve birbirilerine dokunamadıklarından ötürü bu daha kolaydı, bana kalsa hiç olmamasını isterdim tabii. fakat bu kitapta o kadar sinirlendim ki, kızın anında Ike ile öpüşmesi ve hatta yatması... okudukça kadın karakterden nefret ettim ve George için çok üzüldüm.
"ikinizin de başka bir kadınla birlikte olduğunuz düşüncesine katlanabileceğimi sanmıyorum."
ULAN SEN İKİSİYLE DE BİRLİKTESİN??
üstelik kardeşler bir de, ikizler...
onun gibi birinin bu cümleyi kurduğuna inanamıyorum gerçekten.
ve cidden bu kitap tüm sinir sistemimi altüst etti. midem kaldırmıyor bu durumu. ne diye kendime bunu çektirdim ben de bilmiyorum. okumayın diyorum sadece. yazar sırf yazmak için ve bizi delirtmek için yazmış sanki. zaten ilk kitapta acı çekmiştik niye aynısını tekrar bize yaşatmaya çalıştı anlamadım. üstelik Charlotte ve George ölünce ne olacak? muhtemelen yine bir arada olacaklar, durumlar çok saçma... tek kitap olarak düşünüp ben ölürsem'i okuyabilirsiniz ama kesinlikle buna bulaşmayın derim okumak istiyorsanız da sadece sinir hastası olursunuz.
AraftaB. N. Toler · Martı Yayınları · 202239 okunma
“Yurdun ayrılmaz ikilisi Tahin ile Pekmez ekmek aralarını boşluk bırakmadan paylaşıyorlardı. Haccik anne de cebinde ki tüm dişleri çıkartıp onlarla beş taş oynuyordu. Menekşe anne dünyanın en uzun ve hiç bitmeyecek patates böreğini yapmıştı. Hüseyin hipermetrop gözünü çıkartıp gözüyle her kesin fotoğrafını çekiyordu. Tıpkı bir tımarhanede gibiydim, derken midem bulandı. Kendimi bu tuhaf düşte görmek is tesem de göremedim. Sadece dudaklarımın tuz kokan tadını alabiliyorum, o kadar. Allah’tan hiç bitmeyecek gibi duran bu kâbustan uyandım. Bu kâbuslar oldum bittim benim gü nümü altüst ederdi.
Kafam çok karışmış ve midem altüst olmuştu. Sanki dünyadaki tüm umutlar söndürülmüş gibi hissediyordum. Aynı Aralık ayı gibi. Hava Aralık aylarında çok sert geçer ve ailem hep şunu söylerdi: "Kar yağarsa hava yumuşar." Ve sonra gökyüzüne bakar ve karın buralardan çok uzaklarda olduğunu anlardım.
Devrim zamanı Rusya… Karakışı aratmayacak kadar soğuk, kasvetli bir eylül günü, tıp fakültesinden yeni mezun olmuş bir doktor, şehirde çoktan unutulmuş geleneklerin ve boş inançların hüküm sürdüğü uzak bir kasabaya gelir. Devrim, büyük şehirlerin merkezlerinde hayatı ve zihniyetleri altüst ederken; bu genç doktor ülkenin ücra bir bölgesinde kadercilikle ve batıl inançlarla zorlu bir mücadeleye girişir.
Konudan anladığınız üzere genç bir doktorun mesleğinin ilk yıllarında yaşadığı olayları okuyoruz. Kitap gayet güzel, akıcı bir dille yazılmış okurken kendinizi doktorun yerine koyabilirsiniz. Tıbbi terimler biraz aşırıya kaçmış, bu kitapta geçen vakaları görsel olarak araştırıp okumanız yararımıza olacaktır. Bilenlere de sorabilirsiniz. Aşırı detaylı olmasının sebebi Bulgakov’un gerçekten doktor olmasından kaynaklanabilir. Benim bazı ameliyatlarda çok midem bulandı özellikle ilk bölüm. midemin bulanması dışında oldukça keyifli bulduğum güzel bir eserdi. Beğenerek okudum. Tıbba ilgi duyanlara, doktorlara, doktor adaylarına ve diğer herkese tavsiye ederim.