- "Eğer medeniyet, millî gelir alfabeyle artsaydı Ruslar, Çinliler alfabe değiştirirdi. Kendi alfabesini değiştiren hiçbir millet yok, olmayacak da. Öyleyse bu çılgınlığın sebebi ne?.."
Alper'se annesine kesinlikle katılmıyordu ve susmadı: "Bizim okuldakiler gibisin aynı," dedi. "Amerikan sistemiyle en iyi eğitimi al, Amerikalıların kurduğu okulda oku, hocalarının oradan mezun olmasıyla övün, kendin de oraya gitmeyi hayal et ama Sıtarbaks'ı taşla." "Babasına hayır olsun diye mi yapıyor
Talihsiz millet! Hem soyulur hem de birbirini soyar.
Tanrı sevgisi için ulu mabetler yapar, sonra bu binaların önündeki meydanlıkta binlerce insanı diri diri yakar. Bir kısmı da Tanrı
yolunda ölür.
Belki, daha yeni kurulan bir düzenin heyecanı içindeydiler; millet olmanın heyecanını daha yeni yeni öğreniyorlardı. Öğrenciler henüz, geldikleri illere göre topluluklara ayrılmış değillerdi aralarında. Henüz marşların heyecanla söylendiği dönemler yaşanıyordu. Belki bugünün öğrencileri onları seyretselerdi, hafifçe gülümserlerdi. Ne var ki, bu işten bir çıkarları yoktu (...), bu tutum bir geçim kaynağı olmamıştı. Milletini sevmek, iyi bir duygu olarak tanımlanıyordu; bu kavramlar henüz gerçek anlamlarında kullanılıyordu. İnsanlar, henüz resmî geçitleri filân, ilgiyle izliyordu. Vatan ve millet deyimleri henüz sadece bayram nutuklarının tekelinde değildi; insanlar yaşantılarında, kendi aralarında bu sözleri kullanıyorlardı. (...) Şimdi bu duygularla alay etmek bir marifet sayılıyor, biliyorum. Milletini sevmek de ancak onun için durmadan üzülmek anlamına geliyor. Artık millet olmanın sevinci değil, millet olmanın üzüntüsü makbul sayılıyor. Ne yapalım? Bir zamanlar da böyle sevinçler varmış. Bazı kavramlar kötüye kullanıldı diye, şimdi iyi niyetli kimseler bile bu kavramlara dokunmaktan korkuyorlar. Neyse bizim bu bakımdan korkumuz olmasın; biz geçmişte bugünü inceliyoruz, bir zamanlar da böyleymiş diyoruz; bir zamanlar böyle tarih öncesi duygularla kendini mutlu hissedenler varmış.
Kağanlık kişiye Tanrı tarafından verilirdi. Türk hükümdarı kanunları (töre) uygular, kendisi de uyar fakat kanun yapamazdı. Kısacası, başka milletlerde olduğu gibi mutlak hükümdar
değildi. Siyasi iktidarı Tanrı verdiği için, milli irade, insaf duygusundan kurtulmuştu. Kağanın icraatı millet tarafından meclis vasıtasıyla kontrol ediliyordu. Bilge Kağan'ın (716-734) ileri sürdüğü teklifler (Gök Türk şehirlerinin etrafının surla çevrilmesi ve Budizm'in ülkede propaganda edilmesi) meclis tarafından kabul edilmemişti. Bu meclis kağanı meşrulaştırdığı gibi, gerekçe göstererek ret de edebiliyordu. Mesela, 581 yılında Ta-lo-pien'i annesi Türk olmadığı için kağan olarak tanımamış, yerine amcası Işbara'yı cesur ve kahraman olduğu için kağanlığa layık görerek onu seçmişti.
Sezai Karakoç'un çağdaş bir "Kısas-ı Enbiya" kitabıdır ; yani "Elçilerin Kıssaları..." İnsanlığın babası Adem'in yitirdiği cennetin Rasuller-Nebiler silsilesi boyunca insanlık tarafından aranışının dramatik öyküsüdür. Üstadın bu eserinde Hz. Adem’den başlayarak Nuh, İbrahim, Yusuf, ... ve son peygambere (Hz. Muhammed) kadar uzanan insanlık çizgisini değişik ve çarpıcı bir dille inceliyor. İnsanın çileleri, umutları ve başarıları çok enfes tespitlerle anlatılıyor. Okunması gereken bir eser olduğunu söyleyebilirim. Yitik bir cennet, cennetin sekiz kapısı ve sekiz kapının her birini sembolize eden sekiz peygamber; Adem, Nuh, İbrahim, Yusuf, Musa, Süleyman, Yahya, İsa, Muhammed... Kitapta her bir peygambere bir şey yüklenmiş ve peygamberlere yüklenen bu özellik ve görevler medeniyetlere benzetilmiş. peygamberin yaşamlarından alıntılar ve çıkarımlarla onları en son peygamber Efendimizin çevresiyle bağlayan, bazı şeyleerin öyle kolay elde edilmediğini anlatan ve bugünkü sürece gelirken toplum devlet millet gibi kavramların nasıl oluştuğunu anlatan farklı bir dille kaleme alınmış bir eser okunmasını tavsiye ederim.
Yahudi milliyetçiliğine dair olağanüstü incelemesini, Kari Deutsch'ten yaptığı bir alıntıyla başlatır'Bir millet ... ataları hakkında yaygın bir yanlışlık ve komşuları hakkında da yaygın bir nefret ile bir araya getirilmiş kişiler grubudur.'
Goncourt Kardeşler ''Marie Antoinette'' bir kitap yazmışlar. O kitapta Fransızların ''Avusturyalı karı'' diye nefret ettikleri, sevinçle giyotine gönderdikleri ''bedbaht kraliçe'', ''kederli anne'' o kadar güzel savunulmuştu ki okuduktan sonra Kâmil Bey, başı kesilen kadına acımış, Fransız milletini ayıplamıştı.
Şimdi, Goncourt Efendilerin fena halde hata ettiklerini anlıyordu. ''Bütün bir millet, hele olayların içindeyken hiç toptan yanılır mı?