Ermeniler Selçuklu İmparatorluğu devrinden beri küçük Asya'daki Türk Devletiyle ve müslüman Türk toplumu ile en fazla uyum içinde olan cemiyettir; bu yüzden de kendilerine Millet-i Sadıka dendiğini herkes tekrarlar ve bilir.
Osmanlı Devleti'nde genelde kabul edilmiş iki millet vardır. Bunlardan birincisi; "Millet-i Hâkime" yani Müslüman Milleti'dir. İkincisi ise "Millet-i Mahkûme" olarak zikredilen "Rum Milleti", "Ermeni Milleti" ve "Yahudi Milleti"dir. Ermeni milleti aynı zamanda "Millet-i Sâdika" olarak da isimlendirilmiştir
Sayfa 10 - Türk Tarih Kurumu YayınlarıKitabı okudu
Türk;
Yavuz Sultan Selim'e göre eşek idi…
Türk;
Koçi Beye göre mezhepsiz ecnebiydi…
Türk;
Hoca Saadettin Efendi'ye göre leşti hilebazdı aşağılıktı…
Türk;
Naima'ya göre azgındı çirkindi kabaydı cahildi…
Sultan Abdülhamid Han-ı Sânî, Sultan Hamid olarak da bilinir. Sultan Abdülmecid ile Çerkes asıllı cariye Tîrimüjgân Kadınefendi'nin (öl. 1853) oğludur. Padişahlığının 1878-1908 arasındaki otuz yılı “İstibdat Devri” olarak anılır. Bu dönemde, dış sorunların ağırlığı gerekçesiyle baskıcı bir yönetim sürdürmüştür. (...)
Amcası Abdülaziz'in
1821 Yunan ayaklanmasına kadar Rum milleti, Osmanlı'nın "Millet-i Sadika"sını oluşturuyordu. Yani devletin üst kademelerinde, hariciyenin tercümanlık görevlerinde en çok çalıştırılan daima Rumlardı. Ancak bu ayaklanmadan sonra aynı kadrolara yoğunlukla Er meniler getirilmiş ve Millet-i Sadika deyimi onlar için kullanılmaya başlanmıştı. Abdülhamit'in en yakın yardımcılan arasında pek çok Ermeni vardı. Üstelik dunyada en çok Ermeni'nin yaşadığı şehir İstanbul'du. Başkent nüfusunun yaklaşık onda birini oluşturuyorlardı. Ermeni Patrikliği de Istanbul'daydı.
IRKÇILIK-TURANCILIK DAVASI DOLAYISIYLA
Bu kitap, 1944 yılında, İstanbul'da Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görülen utanç yüklü bir davanın özeti gibidir.
Bazı vatansever kişiler, 1944 yılında suç işledikleri, suçlu oldukları için değil; Türk oldukları, Türkçülük idealine aşkla bağlandıkları için büyük zulümlerden, işkencelerden
Türkler bütün azılıklara olduğu gibi Ermenilere karşı da daima alicenap davranmışlardır. Ermeniler Osmanlı nazarında "Millet-i sadika" yani "Sadık millet" olarak isimlendirilmişlerdir.
Tatarlar ve Perslerin sürekli işgalleri altında ezilmiş olan Ermeniler çok büyük sayılarda göç etmeye başladılar ve Osmanlı idarecilerinden korunma elde ettiler. Onlara nazikçe ve misafirperverane davranıldı. Sürekli olarak savaş içerisinde olan hiçbir ülke, endüstriyel ve ticari bir arahışın peşine düşemez. Bu yüzden ilk sultanlar hep fetihle meşgulken, tüm ticari alanlar ve üretim alanları Hristiyanlar, başlıca da Ermeniler tarafından tekelleştirildi. Dinlerine karşı da hoşgörü gösterildi.
Millet-i sâdika, kendilerine avanta sağladığı sürece devlete sâdıktı, aksi hâlde ne devlet umurlarındaydı, ne vatan!
Nitekim birkaç kez padişaha bağlı bir Osmanlı vatanseveri olduğunu ifade etmek ihtiyacı duyan Patrik Nerses ve Ermeni Meclisi, ordularımızın mağlup olması üzerine vakit geçirmeden Ruslarla ilişki kurdular! Rus ordula Edirne'ye
Kitapları Fransızcadan çevrilen Batılı bir yazarın dilinden Doğuyu öğrendik. İtiraf etmeliyim ki pek çok cümle beni rahatsız etti. Doğuya dair özellikle Osmanlı'ya dair düşünceler kimileri için tarafsızlık olabilir fakat ben böyle düşünmüyorum. Öyleyse neden Amerika bu kadar övülmüş, o dönemde bile özgürlükler ve medeniyetler ülkesi olarak görülmüş? Osmanlı Devleti döneminde Ermeniler "millet-i sadıka" olarak nitelendirildiği halde ve birden fazla dilin, dinin, ırkın bir arada kardeşçe yaşayabildiği bir imparatorluk için bu düşünceler gerçekten üzdü. Yine de yazarın şahsi görüşüne saygı duyuyorum fakat fikrimi söylemeden de geçemeyeceğim.
Kitabın konusuna değinecek olursak babası Osmanlı hanedanına mensup İsyan Kitapdar'ın hikayesi konu ediniliyor. Başta eleştirdiğim mevzular nedeniyle konuya giremedim fakat konuya girdikçe kitabı çok sevdim. İsyan'ın üzüntüleri, mutlulukları, direnişi, aşkı ve hayal kırıklığı öyle güzel işlenmiş ki tam anlamıyla hissettim yaşadıklarını. Yazarın bu kadar bilgi verip hem de duyguları yansıtışı üstelik bu kadar az sayfalı bir kitapta bunu başarmasını takdir ettim. Umutsuzluğu ve bilinç kaybının insana getirdiği o puslu durumu yansıtması çok iyiydi. Ardından umuda ve geleceğe dair hayaller o karanlık durumu aydınlattı. Yazar şöyle ifade etmiş o durumu :
"Yarınlar ne kadar karanlıksa, yarından ötesi o kadar aydınlıktı." s. 121
İsyan ile beraber Adana'ya, Beyrut'a ve Fransa'ya gittim adeta. Kitabın sonunda aralarında bir diyalog olmasını isterdim fakat yine de kötü diyemem. Genel olarak kitabı beğendim.
Doğu'nun LimanlarıAmin Maalouf · Yapı Kredi Yayınları · 202132,2bin okunma
Ermeni tehcirine gelene kadar, Osmanlı Devleti içersinde yaşananlar, uluslararası alanda Ermeniler ile ilgili hareketlenmeler, kışkırtmalar sonucunda isyanların yaşanması ve bundan ders almayan Ermeni vatandaşların, Osmanlı düşmanlarının kurduğu tuzağa düşerek "Büyük Ermenistan" hayaliyle kendilerine Milleti sadika diyen devleti arkadan vurma girişiminin belgeler ışığında yalın şekilde anlatıldığı bir kitap.
Okuyanların faydalandığı, okuyacak olanlarında faydalanacağı kaliteli bir çalışma olmuş. Yazarını tebrik ederim.
Ne zamanki Rumlar isyan etti 1821'de, dönem İstanbul'da birçok kilit mevkide bulunan güçlü Rumlara karşı Sultan Mahmut bir nefret intikam politikası gütmeye ve başladı. Bütün Rumlar devletle ilgili makamlardan atıldı, bunların yerine çoğu yerde Müslüman memur getirmek söz konusu olmadığı için, Ermeniler getirildi. Millet-i sadika işte dönemin terminolojisidir, "bak bunlar Rumlar gibi nankör değil" mesajını taşır. Karaköy'den Kabataş'a gelirken ki sağdaki Nusretiye Camii tam o yılların eseridir, Krikor Amira Balyan'a yaptırılmıştır, bir gayrimüslim tarafından yapılmış olan ilk padişah camiidir. Millet-i sadika ifadesi yanlış hatırlamıyorsam ilk kez bu vesileyle telaffuz edilmiş. Yani 600 yıllık Osmanlı tarihi içinde küçük bir dönemin tabiridir.
Necmeddin abim de babam gibi yüzyıllardır Millet-i Sadıka olmuş Ermenilere ilişkin kindar ve ayrıştırmacı olmadı. Bu olayı anlatarak Ermeniler üzerinde olumsuz bir propaganda yapılmasının Türkiye’ye zarar vereceği düşüncesindeydi.
Dünyada hiç kimseye, hiçbir millete badihava, insaniyet namına, laf ile yurt vermezler. Bunun tarihte misali yoktur. Yurt ve hürriyet almaya lâyık bir millet bunu kan dökerek alır. Nitekim Türkler yaptılar. Ermeniler de şimdiye kadar bu yolda idiler. Birçok defa isyan ettiler. Türkleri kırdılar geçirdiler, harplerde Türk’ün düşmanına iltihak ettiler. Sokaklarda Türk ricalini vurdular. Vâkıa kan döktüler, bu usulü tecrübe ettiler, ama kudretleri yetişmedi. Her isyanlarında tedib edildiler. Demek ki bu milletin yurt ve hürriyet almaya henüz kuvveti, yani hakkı yoktur. Yaptıklarının hiçbiri fayda vermedi. Şimdi bu kadar kan ile alınamayan şey, bizden insaniyet namına diye lafla alınabilir mi? Efendi!.. Pek sevdiğin Ermenilere söyle!.. Şimdiye kadar Türk devlet ricallerinden birkaç kişi vurdular. Bundan böyle bir Türk’ün canına kıysınlar, Türkiye de bu bir Türk yerine on bin Ermeni katliam etmeye ahali yemin etmiştir. Cihan ve insaniyet de buna bir şey diyemez. Tamamiyle meşrudur.