İCAZET mevzusuna dair çok güzel bir açıklama...
Bir köyde ya da bir kasabada medrese açan birinin "ihya" başlığı altında "ifsad'da bulunmasına ve ehliyetsiz hocaların imar niyetiyle tahrib etmesine mani olabilmek için “icâzet" sistemini geliştirdiler. İlimden nesebi ortaya koyan icâzet, yeni hocalara meşruiyet verdi. Başına bir sarık saran ya da sırtına bir cübbe alan; hakikatte ise ilimden hiç nasibi olmayan cahil ya da zındıkların fesadına mâni oldu icâzet. Diplomada anonimlik vardır. Öğrencinin dersine girmeyen, onu hiç tanımayan bir müdür ya da rektör diplomanın altına imza atar. İcazette ise öğrencinin her hâline tanık olan, talimi gibi terbiyesiyle de meşgul olan bir hocanın imzası vardır. O imza muhataba bir güven verir. Mücâz için bir şehadettir. Öğrencinin Allah rızası için mi yoksa makam için mi okuduğu nu gözeten, dünyevi bir amacı fark ettiğinde de gerekli tedbirleri alan bir hocanın şehadetidir. İcazet, bir öğrencinin Allah Rasûlü'ne ilimde ve ahlakta varis olabileceğinin belgesidir. Diploma ise talebenin sadece madde planında ehil olduğunu anlatır. İcazet, öğrenciyi öz posa ayrımına tabi tutar. Diploma ise öze de posaya da aynı yetkiyi verir. Geçen asırda medreseleriyle beraber âlimlerini de kaybeden ümmet, icâzetle hakikatini korudu. Lawrence'lere karşı icâzet bir kalkan oldu. Zındıkların medreseye sızmalarını büyük oranda icâzet önledi.
Sayfa 218Kitabı okudu
"coğrafya kaderdir" cümlesini tadıyorum
Hep kuzeyi gösteren bir pusula ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da mutlaka bir kadını işaret eder.
Sayfa 374Kitabı okudu
Reklam
Söylemediklerimi işitin lütfen!
Bana aldanmayın! Yüzüm bir maskedir, Sizi aldatmasın. Binlerce maskem var, Çıkarmaya korktuğum Ve, Hiçbiri ben değilim...
Sayfa 139 - Remzi Kitabevi, 2019Kitabı okudu
Bana hep böyle olur. Kelimelerin tadını unutacak kadar susarım ve birden bent yıkılır, içimde ne varsa, tuttuğum ne varsa boşaltırım, bitmez tükenmez bir gevezelik başlar; daha çenemi kapamadan pişman olmuşumdur bile.
Sırri (r.a) der ki; "Bir gün Gürcanî'yi kavrulmuş un yutarken gördüm. "Neden başka bir şey yemiyorsun?" diye sordum, bana şöyle dedi; "Yiyeceği çiğnemek ile yutmak arasında yetmiş tespihlik bir zaman geçtiğini hesap ettim, o yüzden kırk yıldır hiç ekmek çiğnemedim." Nakledildiğine göre Sehl İbn-i Abdullah, on beş günde bir yemek yerdi. Bütün Ramazan ayı boyunca sadece bir kere yemek yerdi. Bazen yetmiş gün geçerde hiç yemek yemediği olurdu. Yemek yediği zaman zayıflar, aç kalınca kuvvetlendiği görülürdü. Mescid-i Haram'da otuz yıl Ebu Hammad-ül Esved'e komşu oldu da yerken veya içerken hiç görülmedi, her an Allah'ı zikrederdi.
İstasyonda bir kadın durmuş gelene geçene : - Benim Ahmet’i gördünüz mü? diyor. Hangi Ahmet’i ? Yüz bin Ahmet’in hangisini? Yırtık basmanın altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor. - Bu tarafa gitmişti, diyor. O tarafa? Aden’e mi, Medine’ye mi? Kanal’a mı? Sarıkamış’a mı? Bağdat’a mı? Ahmet’ini buz mu, kum mu, iskorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmet’ini görsen ona da soracaksın: - Ahmet’imi gördün mü? Hayır... Hiçbirimiz Ahmet’ini görmedik, fakat Ahmet’in her şeyi gördü. En alasından cehennemi gördü.
Sayfa 116Kitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 231 ile 240 arasındakiler gösteriliyor.