Kitap bir cinayet olayıyla başlıyor. Buna rağmen bu kitaba cinai roman diyemeyiz. Arka kapak yazısı ise kitabı tam olarak tanımlamıyor, bana göre bir aşk romanı değildi.
Ana karakterin farklılığı daha ilk cümlelerde öne çıkıyor. Görülen mor tavşanlar, su içen minareler, duyguların kaybı, dokunanama, kıyafetlerdeki aşırı düzen, kokuya hassasiyet, aşırı soğukkanlılığı bir araya getirince, sonu şaşırtıcı olmadı benim için. Her haliyle psikolojik sorunlu bir karakter portresi, açıkça okuyucuya sunulmuş. Bu noktada tam bir ikilemde kaldım, ana karakterin psikolojik profilinin çok öne çıkması ister istemez farklı bir katil arayışına sevk ediyorken, kişilik bölünmesi, şizofreni gibi hastalıkların izlerini arıyorsunuz.
Mehmet'le Olga arasındaki aşk da Olga ve Ludmilla arasındaki ilişki de yetersiz kalmış, kitapta betimlenen "aşktan üstün", "karasevda" okuyucuya tam ulaşmıyor.
Ana karakterin kaybolmuşluğu, kendini kitaplara adayışı, bir nevi kendini arayışı, bence kurgunun en iyi bölümüydü. Kitabın sonunun gerçek bir dava kararı şeklinde yazılması oldukça başarılıydı.