Bazı arifler: «Rububiyyet sırlarını ifşa etmek küfürdür», evvellerin ve âhirlerin efendisi de «Öyle ilim vardır ki gizlenmiş inci gibidir. Onu ancak Allah'ı bilen âlimler bilir.» buyurmuştur.
Bir fırka dünyaya gelmekten maksadın, dünyevi ihtiyaçları, şehvetleri tatmin etmek, kadından, yemekten, içmekten, giymekten olan zevkleri tatmaktır derler. İşte bunlar lezzet kullarıdır. Ona taparlar ve zannedeler ki lezzete kavuşmak, Saadet'in gayesidir. Hayvan gibi olmaya kendiliklerinden razı olmuşlardır. Belki de insanlar kendilerine hakaret gözüyle bakmasınlar diye Müslüman görünürler. Bunlar sayılamayacak kadar çoktur. Hepsi de sırf karanlıkla Allah'tan (c.c) Perdelenmişlerdir ki o perde de kendi nefisleridir. Bunların cinslerini gösterdikten sonra artık fırkalarını ayrı ayrı saymanın mânası yoktur. Şu topluluk bu cümleye girerler: lisanlarıyla "Lâ İlâhe İllallâh" derler ama bunu sadece müslümanlardan korktukları veya müslümanlara gösteriş yapmak, hoş görünmek, ya da mallarından yararlanmak veya babalar mezhebine arka olmak taassubu için söylerler. Eğer bu kelime bu gibi kimseleri salih amele sevk etmezse onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmaz. Bunların dostları tağutlardır (putlardır). Onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. /"İman edenlerin velisi Allah'tır. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfredenlerin ise dostları tağutlardır. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar." (Bakara 257) Bu tevhid kelimesinin, kötü iş yaptığı zaman üzülecek, iyi iş yaptığı zaman sevinecek kadar tesir etmiş bulunduğu kimse, günahı çok olsa da yine sırf karanlığın dışındadır.
Nademki şehadet âlemi, melekút âlemine bir yükselme yeridir, o halde SIRAT-I MÜSTAKİM (doğru yol)'a girmek, bu terakkiden ibarettir. Bâzan bu terakkiden, din ve hidayet konakları diye bahsedilir. İki âlem arasında bir münasebet, bir ittisal olmasaydı, birinden diğerine yükselme düşünülemezdi. ilâhi rahmet, şehadet âlemini melekût âlem dengesine kovdu. Bu âlemde olan her şes, o âlemden bir örektir. Bazen bir tek şey, melekût âleminden birçok şeyin örneği olabildiği gibi, bâzen de şahadet âleminden birçok şey melekût âleminden yalnız bir şeyin misali olabilir. Bir şeyin misal olabilmesi için aslına biraz olsun benzemesi, aslına uygun olması icabeder. Bu misalleri saymak, âlemlerin bütün varlıklarını araştırmayı gerektirir ki buna beşer kudreti yetmez. Beşer gücü bunu anlayamaz. Bunun şerhi kısa ömürlere sığmaz. Benim maksadım, bun!ardan bir önek vermektir ki sen bu suretle azdan çoğu çıkarırsın ve sana bu yolla sırlara açılan basiret kapısı açılsın.
«Alah'a, Resûlü'ne ve indirdigimiz bir nûr (Kur'an) a inanın.» (Teğabun sûresi: 84), «Size Rabbinizden bir burhan (delil) geldi, size apaçık bir nûr indirdik.» (Nisâ sûresi: 174). Hülasa: Sen zâhir ve bâtiın diye iki göz olduğunu, zâhirin his ve müşahede âleminden, bâtının ise
melekût âlemi denen başka bir âlemden olduğunu, iki gözden her birinin de kendine göre kemâle ereceği Güneşi ve nûru bulunduğunu, birinin zåhir, diğerinin bâtın olduğunu, zâhirin gehadet åleminden olan görünen Güneş olduğu, bâtının ise melekût aleminden olan Kur'an-ı Kerim ve Allah'ın indirmiş bulunduğu diğer kitaplar olduğunu anladın ve bunlar sana ne derece inkişaf etti ise o zaman sana melekût âleminden bir kapı açılmış olur. Bu
Hikmetin en büyüğü, Allah Teâlâ'nın sözüdür. Ve sözleri arasında da bilhassa Kur'an-ı Kerîm'dir. Zira görüşler ancak onunla tamamlanır. O halde nasıl Güneş nuruna nur denivorsa Kur'an'a nur ve ona nûr demek daha uygundur.
Böylece biz sana emrimizden bir ruh indirdik. Sen kitap nedir, îman nedir bilmezdin; lâkin biz onu kullarımızdan dilediğimize hidâyet edeceğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz sen dosdoğru bir yola sevk etmektesin. (Şuarâ Sûresi: 52)