Feminist bir distopya... Pek aşina değiliz bu söze değil mi? Fakat bize o kadar yakın ki, aslında anlatılan bizim hayatımız. Doğurganlığın böylesine kutsallaştırılıp kadınların ayaklar altına alındığı bir toplum kabul edilemez. Böyle bir topluma ne din ne bir düşünce sistemi ne de başka bir şey temel oluşturabilir.
Acı olansa, kitapta anlatılanlara bir şekilde şahit olmuş veya oluyor olmamız. Üçüncü sayfa haberleri, televizyon programları... Distopyalar hiçbir zaman o kadar uzak değil diye haykırıyor yazar. İnsan, fanatikleşme eğilimine sahip bir canlı. Bir o kadar da saf, yaşadığı hayatın bir distopya merdiveninin basamakları olduğunu anlayamayacak kadar. Sesimiz çıkmadığı sürece ya zulmeden ya da ezilen oluyoruz. Sessizlik, zulme ortak olmak değil midir?
Lütfen durun ve düşünün, yaşadığınız hayat üzerine. Sıradan görünen olayların, sıradanlık kisvesi altında neler taşıdığını anlamaya çalışın. Hiçbir şey, bir anda sıradanlaşmaz. Kitapta söylendiği gibi: "Sıradan olan alıştığınız şeydir. Bu size şimdi sıradan görünmeyebilir, ama bir süre sonra öyle görünecektir."