Guenon'un ifadesiyle niceliğin egemenliği çağındayız. İhtiyaçlar sonsuz ve her bireyin antidepresanlarla desteklenerek ve sürekli meşgul edilerek kontrol edilmesine ilişkin küresel bir kabul söz konusu. Boş zamanlarımız, eğlencelerimiz ya da yaşama biçimlerimiz belirleniyor. Biz sadece trendlere uyuyoruz. Bırakınız insanın ve hayatın anlamına ilişkin temel felsefe soruları ele almayı, gerçekten neyi istediğimizi, neyin sahiden bizi mutlu ettiğini durup düşünmüyoruz. Burada anahtar kavram “durmak” olmalı.
Biz modern insanlarız, hiç durmuyosuz. Modern medeniyet durmamızı ve boş kalmamızı istemiyor. Tüm boşlukları doldurmaya şartlanmış. Oysa geçmişte “boş zaman"felsefe, bilim, sanat vb. işlerle uğraşmak, hayatın, insanın ve Tanrı'nın anlamı üzerine duşünmek üzere yuksek medeniyetlerin merkeze aldıkları bir olguydu. Akademiler, inteiyatik teşkilatlar, manastır ve mabetler hatta geleneksel sanatlar bile düşünmeye, anlam ve hakikate erişmeye kapı aralayan bir boşluğun peşindeydi.
Mabette boşluk, evlerde az eşya ve boşluk, meditasyon ya da murakabede boşluk, mihrapta boşluk aranırdı. Şimdi minimalist modern hareketlerin aradığı tarzda degil, neyin içi gibi kusursuz, pürüzsüz kutsal bir boşluk istenirdi ki insan Tanrısal ışığı, sesi o boşlukta bulabilsin. Şimdi ise insanın hayatı da zihni de dopdolu. Gardıroplar dolu, buzdolapları dolu, marketler dolu, otobüsler dolu, zamanımız dolu, zihnimiz yapılacaklar listesiyle dolu. O kadar doluyuz ki artık namazda bile boşalmıyor içimiz, zihnimiz, kalbimiz planlar, kaygılar, hedefler ve arzularla dopdolu.