Mart sonu gelip günler uzamaya başlayınca, soba eski önemini seneye sarkıtınca beni bir yaz sıkıntısı alıyordu. Okulun kapanmasına seviniyordum ama açabileceğim başka bir şeyim yoktu. Beni en korkutan şeylerden biri de yazın hep plan mevsimi olmasıydı. Hep bir sorusu vardı, nereye, ne yapılacak, kimle, gidilmiyor mu, neden, kayık, vapur, ada, deniz, piknik, şişme bot, bermuda, şapka, bugün nereye, yarın nereye, dün nereden, peki haftaya, olmaz yaz geçiyor ama. Yoksa yaz okuldan iyiydi elbet, mokasen ayakkabının sesi de lastiğiyle değiştiğinden yumuşamış sokaklar nihayet rahat bir nefes almıştı. Kediler bahçelerde ortancaların altında yatıyor, akşamüzerleri gerinerek ve acele ile yürüyerek günün açığını kapıyorlardı. Görülmeden çiçekler sulanmaya kalkıldığında fırlayıp kaçışları bütün günün sefasına zehir saçıyordu. Hanımelileri, yıldız çiçekleri, patlamış ortacalar, narin akşamsefaları, çit gülleri, yolun öbür tarafındaki tepede sapsarı katırtırnakları, bir sürü yabani ot ve şuursuz çalı sabahın kızgın ama bunaltmayan sıcağında öyle durur, sabreder ve kendi kendilerini resmederlerdi.