İstanbul, Allah'ın en güzel şehri. İstanbul, gülümsüyor Medine'ye yüzyıllardır. İstanbul, Müslüman oluyor rüyalarında. Müslümanlar ilk İstanbul kuşatmasında şehri alamamışlar ne gam. Fethin kapısı çalınıyor Alemdar-ı Nebi'yle. Savaşmanın değil, savaşmamanın tehlikeli olduğunu bütün zamanlara ilan eden koca mücahit, bin kılıçtan kurtulup hayatta kalırken hastalanarak teslim ediyor ruhunu gazada. Alemdar'ın alemini bırakarak dünyaya, ahiret yurduna göç ediyor. Ve öyle bir vasiyet bırakıyor ki geriye, dirisiyle titrettiği yetmemiş gibi ölüsüyle de korkutuyor düşmanı. "Öldükten sonra beni surlara en yakın yere gömün!" cümlesi bir kabus gibi düşüyor Bizans İmparatoru'nun uykusuna. Bir bölük asker Sultan’ı defnettikten sonra, uykuları kaçıyor İrnparator 'un. Bir rüyaydı halbuki o, kabus değil; yedi yüz seksen dört yıl sonra tabir edilecek Sultan Fatih'le. Bir uç kalesi artık onun mezarı, bir işaret Akşemseddin'e.
Benim şair ve yazarları değerlendirirken bir ölçüm vardı: Bir şairin ya da yazarın yalnızca aynı ideolojiyi paylaşanlarca büyük kabul görmesi; onun büyüklüğüne yeterli kanıt değildi.