İnsanın hakîkatini ulemâ şöylece tarif etmişlerdir: İnsan haraketli, diri, ulvî ve nûrânî bir cisimden ibarettir. Görülen bu bedenin heykelinden muhaliftir. Su gülde, yağ zeytinde, ateş tuğlada nüfuz ettiği gibi, ruh da bu cesedde sereyan ve cevlan eder. Kendisi değişmeye tefessüh etmeye salahiyetli değildir. Mutlak sûrette cismânî heykelde tasarruf eder. Alet ve edevatlarının tefessüh etmesi halinde bedenden ayırılır. İşte bu ayrılış ölümdür. Demek ölüm insan için aslî ve ebedî hayatının başlangıcıdır. İmam Râzî ve İbnu Kayyim bu tarifi tercih etmişlerdir. Binaenaleyh ruh o nûrânî cevherdir.
İnsanın hakîkati ruhtur; madde âleminden hariç veya dahil olmayan nûrânî bir cisimdir; maddî cisim değildir; bedene bitişik veya ayrı da de­ğildir. Ancak tasarruf ve tedbiriyle bedeni idare ederse, insan bu idare sayesinde diridir; irtibatını keserse ölüdür. Binaenaleyh ruh kendisi gü­neş, beden yer küresi, nefs aralarına girmiş kesâfetli bir bulut gibidir. Kesâfetin zeval bulmasıyla ruh güneşten daha parlak görünür. Bu tarif da­ha meşhurdur. Nitekim İmam Gazâlî başta olmak üzere birçok ehli ta­savvuf, felsefeciler, Kerrâmiyyeden birçoğu, ehli mukâşefe ve İmam Râğıb İsfehânî’nin kabul ettikleri tarif de budur.
Reklam
Her şey kendi sûretiyle diğer cinslerden ayrıldığı gibi, insan da hissî olan bedeniyle diğer hayvanlardan, akıl ve ruhuyla da şeytandan, nefsi itibarıyla da meleklerden ayrılır. Nitekim şekil itibarıyla bir bıçak, kavun ve karpuzdan ayrılır; cam da sertliğiyle sudan ayrılır. Demek insan her­hangi bir hayvandan tekâmül etmiş değildir. Bir cihetten birçok mahlukla ortak ve müşterek olsa da, diğer taraftan birçok özellikleri ile hepsinden ayrıdır. Her ne kadar insan da hayvan gibi beden cihetiyle toprak, su, ateş ve havanın özlerinden yaratılmış ise de insan ruhu cihetiyle üstün ve seçkindir, ayrı ve ebedîdir. Çünkü insanın bedeninin cemada, tüyle­rinin nebata, nefsinin hayvana, ruhunun meleğe benzeyişi, insanın bun­lardan birisinden oluşunu ve bunlar gibi olmasını göstermemektedir. Demek insan yalnız bunlardan birisi değil bilakis hepsidir. İşte bu özel­likle insan yer yüzünün hâkimiyetini kazanmaktadır. Demek insan hep­siyle beraber olduğu için hâkimiyeti kazanmıştır; hepsinden ayrı olduğu için de yer yüzünde halîfelik makamına layık olmuştur
Seyyid Şerîf kuddise sırruh ne güzel demiş; “İnsan-ı kâmil cüz’î, küllî, kevnî ve İlâhî âlemleri kendi zâtında toplayan bir hakîkattir. İnsan ruhu ve aklı itibarıyla tüm kitabları kuşatan “Umm-ul-Kitab”, kalbi itibarıyla “Levh-i Mahfuz”, nefsi itibarıyla yazar, siler, tertemiz, yüksek ve şerefli bir sayfadır. Bedenî, rûhî, itikadî taharete muvaffak olmayan onun sırrını bilemez. Yüce âlemleri kuşatan bir varlıktır insan…” diye tarif etmiştir. Bu tarife binaen deriz ki, müdrike, ferâsetli, mülhem kuvvetleriyle insan nefs-i nâtıkası cihetiyle de şerefli olarak yaratılmıştır. Binaenaleyh insandaki rûh-i hayvânî ve nefsi, hay­van âleminden yine çok üstündür. Yani insanda iki üstünlük var; nefs iti­barıyla hayvana benzer amma insanın nefsi, hayvanın ruhundan üstün­dür, şereflidir. Rûhî cihetiyle ise asla hayvana benzemez; meleklere benzer ve onlardan da üstündür.
Allah Teâlâ gündüzü par­lak aydınlatıcı olarak yaratmış ve kazanca mahal, hayat ve yaşamak ve­silesi kılmıştır. Bu iki nevi’ aynı işe mahal ve sebeb olmadığı gibi, insan nev’inden olan kadın ve erkeğin çalışmak sistemi de bir değildir. Erkek hayat şartlarının dairesinde çalışmak ve cihad etmekle, kadın da çocu­ğunu beslemek, evi temiz tutmak ve erkeğin kazanmış olduğu malı koru­makla mükelleftir. İşte bu iki nev’in iki ayrı vazifeleri. Fıtrat bunu icab et­tirmiştir. Allah’ın yaratmış olduğu tabiî kanun, yani Sünnetullah da buna müsaiddir. Amma kadın erkeğin dış hayatına, erkek kadının iç hayatına bağlandığı müddetçe huzur, refah, mutluluk ve bağlılık sayesinde ikisi de bahtiyar olur. Artık hangisi diğerinin hayatına karışırsa şübhesiz o anarşiyi meydana getirmiştir. Nitekim gece gündüz de karışırsa canlı varlıkların hayatları felce uğrar. Zaman bakımından gece ve gündüzün asılları birdir; nevi’leri ve va­zifeleri ayrı ayrıdır. İnsanda ruh ve nefs olarak erkek ve kadın birdir, gıdaları birdir, amma vazifeleri, çalışma sistemleri ayrı ayrıdır. Her bir nev’in kazancı da şahsına mülktür. Nitekim hayatı da kendisine mülktür. Demek her birinin kendi el emeğiyle, avlanmak veya mirasla kazanmış olduğu malı, din ve itikadı gibi, şeref ve haysiyeti gibi kendi şahsına mahsus mülktür. Çünkü ikisi de hürdür. Her biri kendi irade ve aklına ka­biliyet ve şahsiyetine sahibdir. İstediği şekilde mülkünde tasarruf eder. İşte beşer cinsinin devamına sebeb de bu mülkiyettir.
-Maddeciler umum faaliyetleri beyne nisbet ediyorlarsa,diliyle veya eliyle suç işleyenin umun bedenini hapse koymak gerekmez. En ufak bir suçta bile caninin beynini patlatmak lazımdır. Halbuki böyle bir cezanın verilmesi beşer vidanına binaen muhaldir. Tabıî ki suç işleyen ruhtur, beyin ve beden aletleridir. Dolayısıyla suç işlediğinde beden kafesini hapsetmekle ruhu hapsediyoruz denilirse ruhu itiraf etmiş oluruz: Yok, beyindir; ve beyni taşıyan bedeni hapsederiz derlerse kendi fikirlerini çürütmüş olurlar. Çünkü beynin özelliği midenin özelliği gibi bellidir. Beynin belli özelliği olan idrakin dışında bir fiili beyne nisbet etmek mugâlata olur. Çünkü beşerin mifakıyla suçu tesbit edilmeyene ceza verilmez. Yani suç faili kimse ona ceza verilir. Hegel olsun, Moleschd ve sair maddeciler olsun, bedenin faaliyetlerini mekanik sisteme bınaen bedenin cihazlarına tevzi ve taksim etmektedirler. Binaenaleyh hangı cihazla suç işlerse o cihaza ceza vermek lazımdır. Demek nazarîye ve görüşlerine bilfiil muhalif hükmederler. Ve fiilen kendi kendilerini reddetmektedirler.
Reklam
26 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.