Kasveti garanti bir devriyedeydik yine. İki tarafındaki suların birbirine karışmadığı boğazdan kalktık, başladık. Beyazsu’yun aşağı kıyılarından süzülmeye, Yeryuvar’ın bu yanı bizim çöplüğümüzdü. Doğu derlerdi buraya, nereye göre doğuysa artık… Yoksul ve esmer insanların arada sırada ölmediği, acayip bir ağırlıkla ilerleyen vaktin bin bir belaya hamil olduğu, çorak topraklardı.
Biz ne kadar avaz avaz anlatsak da, sözlerimiz duyulmaz, insani menzile erişmezdi. Halbuki körlere ışık, dilsizlere kelime, sağırlara ses, aksaklara denge, yani cümle bahtsızlara baht biçebilecek nice hikâyelerimiz vardı, bizde kaldı.
Çocuklukla yaşlılık arasındaki dönem araf misali; kitabesi ağır mesailerle, küçük hesaplarla, kesif mutsuzluklarla yazılan bir mezartaşının gölgesinde azap gibi boktan hayatlar. Yetişkinler zombilere benziyor .
İnsan çocukken bir büyük saadet ülkesinde yaşıyor, sağa sola şuursuzca koşturup neşeyle kişniyor. Sonra büyüyor, büyüdükçe salaklaşıyor, salaklaştıkça unutuyor o mesut diyarı, bir nevi ölüyor.
Türkiye’de kasıklarında kuş ötenler, ancak zengin iseler kabul görürler. Yoksulların kasıkları kuşlara yasaktır, yoksul kasıklar ancak kasvetle kekeleyebilirler.
Aşk değil midir, nihai ismimizi koyup bizi kendimize hamile bırakan, kendi kendimizi doğurmamızı sağlayan ve ortaya çıkan bebeği önce mucize sonra hilkati garip, veya tam tersi kılan?
Okudukça zevkleriniz incelir, daha tuhaf, daha rafine kitaplara, yazarlara el atmaya başlarsınız, bu meşgale sırasında muhtemelen hayat gailesi bakımından dibe doğru kaymaktasınızdır ... Okuduklarınızı, müstesna olduğunu düşündüğünüz satırları birilerine anlatmak istersiniz...