Güçlü ve kalabalık olan mı kazanır sanıyorsunuz? Haklı olan ve hakkı gözeten en güçlüdür ve ilanihaye Allah yardımıyla kazanır.
Sayfa 104Kitabı okudu
Peygamber Efendimiz aleyhisselam dünyayı şereflendirmeden önce bütün alem, mânevi yönden müthiş bir karanlık içinde idi. İnsanlar, son derece bedbaht bir cehâlet bataklığında boğulmaktaydılar. İnsanlık, şeref ve haysiyetini yitirmişti. İnsanların vahşet ve zulmünden, hayvanlar bile iyice bunalmıştı. Hayat yaşanmaz hale gelmişti. Alem mahzûn, varlıklar mağmûm, gönüller muzdaripti. Zayıf ve güçsüzler gülmeyi unutmuştu. Yaşama hakkı güçlülere âitti. Mehmed Âkif'in ifadesi ile: Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; Güçsüz mü bir insan, onu kardeşleri yerdi.
Sayfa 66 - Erkam Yayınları, İstanbul, 2023.Kitabı okuyor
Reklam
"Biz hayatını, istiklalini kurtarmak için çalışan zavallı bir halkız! Konumumuzu bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız! Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır. Yetkisi vardır. Fakat çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız. Yoksa arkaüstü yatmak ve hayatını çalışmaktan arınmış geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içerisinde yeri yoktur, hakkı yoktur."
Sayfa 354 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
"Kadınların da erkekler gibi hür, saygılı, temiz bir hakkı olmayacak mıdır?"
Osmanlı'da "Kardeş ve evlat katli"
Fatih Sultan Mehmed Han, devletin daha evvel içine düştüğü birtakım tehlike ve hataları değerlendirip «Fâtih Kânunnâmeleri» denilen ka- nunnâmeleri hazırladı. Lakin sanılmamalıdır ki bunlar, onun veya o devirdeki ricâlin şahsî düşüncelerini aksettirir. Asla!.. Devlet idaresine dair pek çok kâide ihtiva eden bu kanunnâmelerde günümüze kadar
Sayfa 124 - Erkam yayınlarıKitabı okuyor
"Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle varlığı ile, hakkı ile, birliği ile taarruz eden genel olarak yabancı unsurlarla mücadele gereği ve milli düşünceleri boğmaya çalışan her karşı fikre şiddetle ve özveri ile savunmanın gereği öğretilmelidir…"
Sayfa 313 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Reklam
Mustafa Kemal Anlatıyor
"Ben 1. Dünya Harbi'nin müttefiklerimiz için iyi netice vereceğine itimat etmiyordum. Fakat emrivakiden sonra bulunduğum cephelerde harbi başarıya ulaştırmaya çalıştım… Başkomutan Vekili Enver Paşa, her hareketinde bir ordu mahvederdi: Sarıkamış'ta olduğu gibi… O ve arkadaşları zaten daha evvel Türk milletini ve ordusunu tabii
Sayfa 99 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Mustafa Kemal Paşa'nın Temmuz 1916'da 8. Tümen'e icra ettirdiği "çekilme muharebeleri"nin onun askeri yaşamında önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Bunu daha sonra 6 Temmuz 1918'de şöyle anlatmıştır: "Askerlik hayatımda en çok zevk duyduran, Muş cephesinde 8. Tümen ile yaptığım geri çekilme manevrasındaki
Sayfa 92 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) Çanakkale Savaşı sonrasında İstanbul'da yaşananları ise şöyle anlatıyordu: "Fakat ne yazık ki, İstanbul'un fethinden ve Viyana Muharebesi'nden beri Osmanlı saltanatının bütün harp tarihinin, belki bu kadar önemlisini kaydetmediği bir askeri başarıyı bize izah edecek tek bir söz söylenmiyor, tek bir
Sayfa 77 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Şampiyonlar ligi tam liste,
Çanakkale savaşlarının diğer önemli bir sonucu ise; Çanakkale Savaşı'na katılarak üstün bir savaş tecrübesi kazanan subay kadrolarının İstiklal Savaşı'nın komutanlarını oluşturmalarıdır. Çanakkale'de savaşan ve İstiklal Savaşı'nda da görev alan komutanlar arasında şunlar bulunmaktadır: M. Fevzi (Çakmak) Paşa, Cevat (Çobanlı) Paşa, Yakup Şevki (Subaşı), Kazım (Karabekir), İzzettin (Çalışlar), M. Selahattin (Adil), Şükrü Naili (Gökberk), Mehmet (Arif), Kemalettin Sami, Fahrettin (Altay), Kazım (İnanç), Nihat (Anılmış), Nazif (Kayacık), Cemil (Conk), Kazım (Sevüktekin), M. Munip (Uzsoy), Veysel (Özgür), M. Emin (Yazgan), Reşat (Çiğiltepe), M. Şefik (Aker), A. Sami (Sabit), H. Nurettin (Özsü), M. Sabri (Erçetin), Nazmi (Solok), Mehmet Hayri (Tarhan), İsmail (Hakkı), Ahmet Fuat (Bulca), Nuri (Conker), Alaeddin (Koval), H. Hüsnü (Erkilet), Ahmet Naci (Tınaz), Osman Zati (Koral), Ahmet Zeki (Soydemir), Mehmet (Nazım), A. Fuat (Cebesoy), Cafer Tayyar (Eğilmez), M. Rüştü (Sakarya), Nazif (Kayacık), M. Muhittin (Kurtiş), Salih (Omurtak), Abdurrahman Nafiz (Gürman), Nuri (Yamut), Fevzi (Mengüç), Cemal (Gürsel), Muzaffer (Alankuş).
Sayfa 69 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Reklam
Hayatın belirli safhalarında insan, inançsız ya da günahkâr olarak yaşamış olabilir. İnançlı olarak öldüğü takdirde diğer günahların affı konusu, Allah'a kalmış bir iştir. Fakat hangi yaşta olursa olsun, inançsız ölüm halinde aff sözkonusu değildir. Bunun için Kur'an-ı Kerîm'de "sadece müslüman olarak ölünüz" (Bakara;2/132) tavsiyesi yapılmıştır. Kimin ne kadar yaşayacağı ve ne zaman öleceği bilinmediğine göre (Lokman; 31/34) de insan, her an ölecekmiş gibi îmânlı ve günahsız olarak yaşamak durumundadır. Aksi halde, äkil-bāliğ olduktan sonra yaptıklarından sorumludur. Bu sorumluluk derecesi ve gerekiyorsa ceza süresi; hiç kimsenin tasarrufunda değildir. Bu yüce Allah'a aittir. Hiç kimsenin bu ilâhî iradeye ambargo koymaya da hakkı yoktur.
Sayfa 121 - Mustafa Varlı, 4. Baskı, Ankara 1999Kitabı okuyor
Aşk gözden gönülden pinhandır Dâimâ cân içinde ol candır
Sayfa 86
Peki insana neden sormaz Yaratıcı yaratılmak ister misin istemez misin, diye
Bu varoluşa bir isyan sorusu, bu isyan hali iki õnemli sorun barındırıyor kanaatimce Doktor. Birincisi, insan yoksa, bir hiçse ona var olmak isteyip istemediği nasıl sorulacak? Yok olan bir şeye soru sorulamaz. Yok olan bir şey ancak var edilir, var kılınır. Hastan y eksi 3 yılında bir embriyo bile değildi; sadece Yaratıcının (lminde, ilim cinsinden bir varlığı vardı. Yok olduğu için, var olmak nedir bilmiyordu. Yoktu ve var olmak gibi bir niyeti de yoktu. Sonra bir gün anne babasının cinsel birleşmesinin ardından yaratıldı. Varoluşunu annesine de, babasına da borçlu değildi. Anne ve babası, her kim iseler, sadece buna vesile oldular. Kısacası var edilip edilmeyeceğini sormak için önce onu var etmek gerekir. O zaman da insan za ten var olmuş olur ve bu soru gereksizleşir. İkincisi, bu sorunun altında yatan saik, benliğin Yaratıcı kar- şısında kendi varoluş konumunu ayarlayamamasıdır. Yok ve hiç iken insana varoluş imkânı tanınması, tüm sahip oldukla- rının Yaratıcı tarafından verildiğini, sunulduğunu gösterir. Yani insan mutlak ācizlik, mutlak fakirlik, noksanlık ve mutlak ek- siklik mertebesindedir. Varoluş kimliği hiçlik olan bir insanın, kendisine varoluş imkânı tanıyan Mutlak Varlığa 'Beni neden yarattın, yaratırken bana mı sordun?' demesi bir sınır sorunu- dur. Mutlak Varlık, varoluş kimliği hiç olan bir şeye, 'Seni var etmek istiyorum, ne dersin?' diye niye sorsun ki? Böyle bir so- runun sorulması gerektiğine hakkı varmış gibi iddia etmek, Yaratıcı karşısında bir konum elde etme çabası, Yaratıcıyı bir nevi hesaba çekme girişimidir ve ciddi bir sınır ihlalidir."
Sayfa 234Kitabı okudu
mallarım, milletin ve partimindir
Gerçi İş Bankasında kendi parası sayılan bir sermayesi vardı. Ama o bu parayı hiçbir zaman kendinin saymazdı. Nitekim ileride vereceğimiz vasiyetlerinde, bu paranın gelirini Dil Kurumu, Tarih Kurumu gibi te­şekküllerin giderlerine karşılık tuttu. Bu gelirlerin ancak pek küçük bir kısmını ve pek mütevazı miktarlarda, hemşiresinin ve bazı
Sayfa 295
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.