“Başkan’a itaati sonsuzdu Yılmaz’ın. Bir dediğini iki etmezdi. Rakipsiz olmak için bu memlekette liyâkat ve çalışmadan önce itaatkâr olma vasfının arandığını çoktan keşfetmişti.”
Sultan Vahdettin der ki : “Paşa, ben her şeyden önce İstanbul halkına yiyecek sağlamak zorundayım. Millet aç. Bu duruma çare bulunmadıkça başka ne yapsak boştur.”
“Ve İstanbul artık yaşanılır gibi değildi. Herkes ancak zaruri ihtiyaçlarını sağlamak için sokağa çıkıyor, akla hayale gelmeyecek hakaretlere uğramamak için caddelerin duvar diplerinde, kimselere görünmeden ve korkarak yürüyordu. Senegalli siyahi askerlerin kadınlara yapmadıkları edepsizlik yoktu. Rumlar, işgal kuvvetleri ile el eleydi. Kadınların peçeleri, çarşafları parçalanıyordu yollarda.”
“İnsanlardan bir şey beklemek veya onlardan ümit beslemek, onların kapısını aşındırmak gibi bir zaafa düşmeyesin. İnsanlardan bir şey bekleme derdine düşersen, ahlaken sükût etmiş olursun.”
“Dili bozulan, dini inancı yozlaştırılan, türküleri, oyunları unutturulan bir milleti değil asfalt caddelerle, altın kaplamalı yollarla da ayakta tutmak mümkün değildir. Türksünüz, oyunsuz, düğünsüz millet olmaz, olamaz!”
“‘Fevkalade mahkemeler, fevkalade zararlar getirir’ sözü bizim değildir. ‘Darbeci Hükümet Sanatı’ isimli büyük eserin sahibi ünlü İtalyan yazar Curzie Malaparte’nin kanaatidir bu beş kelimelik cümle. Bu büyük hataya, o tedbirli Abdülhamid nasıl olmuştur da düşmüştür yine nasıl olmuş da böylesine fevkalade bir mahkemenin milli bünyede, birleştiriciliği değil, bölücülüğü, kinleri, dedikoduları yarattığını farkedememiştir hayret edilecek iştir."