Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Bugünün her vatandaşının içinde müstakbel bir evsiz barksız yabancı yatmaktadır."
"Hepimiz, sırtımızda ve elbisemizin altında, gözlerimizin içinde bir müstakbel ölü gezdirmiyor muyduk?"
Reklam
hepimiz
Hepimiz, sırtlarımızda ve elbisemizin altında, gözlerimizin içinde bir müstakbel ölü gezdirmiyor muyduk?
Evleneceksin demek?Herhal çocuğu sevdin!İnşallah mesut olursun canım.Ama müstakbel kocan bana yazdığına kızmayacak cinstendir inşallah.Yoksa seni kaybetmek, sesini duymamaktansa gebereyim daha iyi olur.
272 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Bu kitap hakkında çok şey söyleyebileceğim gerçeği olsa da, sanırım öncelikle şimdiye kadar okuduğum en güzel kitaptı diyebilirim. Bu kitap korkunç bir nükleer savaş sonrası Amerika'da olan değişikleri anlatıyor. Nükleer savaş sonrası Lattimer'lar ve Westfall'lar arasında çıkan savaşı Westfall ailesi kaybetmişti. Ve beş yıl sonra barış ve kontrol, her yıl yapılan bir törenle, kaybeden tarafın kızları ile kazanan tarafın erkeklerinin evlendirilmesiyle sağlanmaktaydı. Tıpkı İvy 'nin dediği gibi İnsan olmanın bir parçası da kendi seçimlerini yapabilmek. Özgür olabilmektir. Ama ne yazık ki buna izin verilmiyor, evlilikler sadece kura yoluyla yapılıyordu. Bu yıl ise bu değişikliklere içten içe kızan ama elinden bir şey gelmeyen babasıyla ve ablasının kararlarıyla yaşayan çok güçlü bir kıza sıra gelmişti. Onun adı İvy Westfall ve görevi basitti: Başkan'ın oğlunu, müstakbel kocasını öldürmek ve Westfall ailesinin gücünü geri kazanmasını sağlamak. Ama İvy ; Bishop Lattimer 'i tanıyınca onu dünyada gerçekten anlayan tek kişi olduğuna karar verir. Ama kaderinden kaçmasına imkân yoktur. İvy gerçekten Bishop'u öldürecek midir, yoksa kalbine yenik mi düşecektir? Bana hayata farklı bir bakış açısı kazandırdığın için teşekkür ederim Amy Engel. Umarım siz de bu kitabı beğenirsiniz. Şimdiden herkese iyi okumalar.Ayrıca 2. Kitabı heyecanla bekliyorum.
Kurucunun Kızı
Kurucunun KızıAmy Engel · Yabancı Yayınevi · 20153,173 okunma
‘’Bir millet, ricalarla, adalete ve merhamete giderek şeref ve istiklalini elde edemez. Adalet ve merhamet dilenmek bir prensip olamaz. Bunu Türk milleti, müstakbel Türk nesilleri asla unutmamalıdır.’’
Reklam
170 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
25 saatte okudu
Ivan Matveitch, geveze, "ukala", kendini hep ön saflarda görmeye can atan bir devlet memurudur. Günlerin bir günü ailesi, mustakbel damadı ve yakın dostu- Aleksi ile hayvanat çiftliğine giderler. Hayvanat bahçesinde ünlü bir timsah halka sergilenmektedir. Hep önde olmaya can atan Ivan öne geçer, timsahın başını okşamaya başlar ve olanlar olmuştur. İvan, artık timsahın karnında nefes almaktadır... Kitabı başından sonuna kadar Aleksi`nin dilinden okuyorsunuz. Onun arkadaşı için baş vurduğu kurtarma operasyonların da şahidi olacaksınız. Yüksek mevkilere başvurur, arkadaşının karısı ile ilgilenir, timsahın karnını bile dostu aç kalmasın diye doyurur. Neyse, kitabı sonuna kadar anlatmayacağım tabii :) Ama, kitap yine bir Dostoyevski kalitesi ile karşınızda. E bu bile okumanız için sebep teşkil etmez mi? :) Kitabın ana konularından biri: nankörlük diyeyim siz sonunu anlayın :) Okumanızı yine tavsiye ederim. Keyifli okumalar...
Timsah - Gülünç Bir Adamın Düşü - Uysal Bir Ruh
Timsah - Gülünç Bir Adamın Düşü - Uysal Bir RuhFyodor Dostoyevski · Sosyal Yayınları · 2002428 okunma
Bu geceler düşüncemi başka büyük geceye, 1071 senesi Ağustos'unun 26. gecesine götürüyor. Malazgirt'te bileğinin kuvvetiyle, dehasının zoruyla bize bu aziz vatanın kapılarını açan Alparslan'ı, muharebe emri vermeden evvel hangi kuvvetler ziyaret etti ve ona neler gösterdi? Üç kıtada genişleyecek yeni bir Roma'yı kurmak üzere olduğunu, talihini, avuçları içinde taşıdığı milleti, yeni bir tarih ve coğrafyanın emrine verdiğini, yeni bir terkibin doğmasına bir çınar gibi yetişip kök salmasına sebep olduğunu acaba hissetmiş miydi? Hiç tanımadığı dehalı çocuklar müstakbel zaferlerin kumandanları, henüz söylenmemiş şiirlerin şairleri, henüz yükselmemiş şaheser yapıların mimarları, henüz duyulmamış nağmelerin bestekârları etrafında henüz açmamış bir fecrin gülleri gibi dolaşmıyorlar mıydı? Gözlerinde Sultan Hanı'ndan, İnce Minare'den bir hayal yok muydu? Eğer yokduysa, bütün bunlardan habersiz, bu müjdeleri içinde konuşur bulmadan o büyük işi nasıl yaptı? Nasıl on senede Malazgirt'ten Akdeniz kıyılarına, bu toprağın tanımadığı ve tatmadığı bir ideali taşıdı? Fatih'in İstanbul fethinden evvelki uykusuzlukları, Bâkî'nin ve Nedim'in, Neşatî ve Nâilî'nin Sinan'la Hayreddin'in, Kasım'ın Itrî ile Dede'nin, Seyyit Nuh'la Tab'î Mustafa Efendinin ve daha yüzlerce onlara benzeyenlerin dehalarına yüklü bir kaderi kendisine taşımasından gelen bir sabırsızlıktan başka ne olabilir? Ve eğer o mübarek ağrı olmasaydı bütün bu eserler nasıl doğarlar, hangi mucize ile eski hayat ağacı yeni meyvalarla donanırdı?
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.