Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Mutlak Avcısı Olarak Şeyh Galip
İmdi, Galib'in yöntemi mi daha iyi, Rimbaud'nun ki mi diye sormak, ya da birini ötekine üstün tutmak gereksiz. Birbirine ters bu iki yöntemi belirleyen, iki şairin farklı kişilikleri, bir de, şairleri doğuran uygarlıkların başka başka olmasıdır. Aslında bunlar, artık birbirini tamamlaması gereken yöntemlerdir. Bu gün bize düşen, aradaki benzemezliklerle ortak yönleri görmek ve ikisinin en sağlam öğeleriyle, insana aşamalar yaptıracak yeni bileşimlere yönelmektir. Gel­miş geçmiş mutlak avcılarının en büyüklerinden biri olan Yunus, erişilmesi gereken durumu pek güzel dile getirmekte: "Yüz bin kez doğam uyağam dost burcunda cevlân kılam Hem bunda olam hem anda bunda anda varıgelem" (Yüz bin kez doğup batayım, dost burcunda dolanayım; hem burda olayım hem orda, burdan oraya varıp geleyim)
Sayfa 76 - Turan Oflazoğlu
Mutlak Avcısı Olarak Şeyh Galip
Galib, poetikasının çekirdeği sayılabilecek şu dizelerinde kendine diyor ki: "Saf kıl âyineni kâbil-i aks-i suver et Hele bir cem-i havas eyle de Galib nazar et" (Kalp aynanı, görüntüleri yansıtabilecek duruma getir; hele duyularını bir topla da öyle bak Galib.) Niçin toplanacak duyular? Duyuların ayrı ayrı işlemleri yüzünden dünya, do­layısıyla, insanın kendisi bölündüğü için; bölününce de, gerçek kimliğini, varlığı­nın asıl boyutlarını bulamadığı için. Bir Mevlevi şeyhi olan Galib, tecrit hırkası gi­yip çileye girerek, kendini zor durumlarla, çeşitli engellerle, türlü yoksunluklarla eğiterek gelmiştir bulunduğu yere; belki bundandır, tavrında, edasında, aynanın silinip arıtılması yönteminde bir incelik, yumuşaklık var. "Aynan görüntüleri yansı­tabilsin, yeter; varlıkların öz yapılarını dışardan zorlamak, onları bozmak, kısacası, hoyratlık yok" demek istiyor Galib. Galib'den aşağı yukarı yüz yıl sonra gelen, ama Türk şairinin adını bile duy­mamış Rimbaud da duyuların kendi haline bırakılmamasını, duyarlığın belli bir amaç için çalıştırılmasını savunur, öğretmenine yazdığı bir mektupta, şairin kendi­ni göreğen yapması, bunun için de bütün duyulan karıştırması gerektiğini öne sü­rer. Galib, duyuların toplanmasından yanaydı. Karıştırma sözünde ise hırçınlık, hatta hoyratlık, alışılmış düzeni dikkatle, özenle aşmak değil de, alt üst etmek var. Galib, kaleyi içerden fethetmek istiyor; Rimbaud ise dışardan, zorlayarak, yıkarak.
Sayfa 75 - Turan Oflazoğlu
Reklam
Mutlak Avcısı Olarak Şeyh Galip
Galib'de, önce davranan, kişiyi devindiren sonsuz oluyor; Katip Çelebi gibi Galib de "cüz'iyattan ziyade külliyata ragıp' parçalardan çok bütünlere istekli görünüyor; yine Katip Çelebi'nin deyişiyle, "canib-i vahdetten", birlik yönünden başlıyor eylem. Değişik bir dünyanın şairi olan Rimbaud'da ise, birey, sonlu varlık, sanki kendiliğinden yönelir sonsuza. Doğayı, evreni oluşturan nesneler bir bir görüle­rek, adeta denenerek, "canib-i kesretten' çokluk yönünden varılır " vahdet'e, birliğe.
Sayfa 75 - Turan Oflazoğlu
Mutlak Avcısı Olarak Şeyh Galip
"Bir aleme olmuşum ki vâsıl Şebnemleri mihr ile mukâbil Yok pertev-i mihre anda hâil Nezdîk ü baîdi özge menzil Kim firkatin ayn-ı vusletindir" (Öyle bir âleme ulaşmışım ki, Çiy taneleri güneşe eş,
Sayfa 73 - Turan Oflazoğlı
Mutlak Avcısı Olarak Şeyh Galip
"Şehbâz-ı dil oldu evc-pervâz Kim sayd-ı hümâya eyleyip nâz Zülfünde de olmaz âşiyan-sâz Affeyle ki ey şeh-i felek-tâz Perverde-i dest-i himmetindir" En yücelerde uçmakta gönül doğanı, Hüma kuşunu bile avlamaya nazlan­makta; Zülfünde dahi yuva kurmuyor, bağışla, senin himmet elinde yetişti o.) Şairin aşkınlık gücü sınır, engel tanımıyor artık, hiçbir şey onu tutup alıko­yamıyor; artık sevilene bile kapılmıyor o. Gerçi sınırsız olan sevenle, sınırlı olanla bağlantıya girmek için sınırladı kendini, ama sınırlandığı, yani adlandırıldığı anda, öbür var olanlar gibi bir var olandır o da; şairse, şimdi bütün var olanlardan arta vardır; sonsuzun büyütüp geliştirdiği, sonsuzu bile aşmıştır. Sonrasızın safasını sü­ren, gelgeç sevinçleri neylesin; mutlağı avlayan, en yüksek mutluluk sayılan de­vlet kuşu hümayı ele geçirmeye yeltenir mi hiç? Sevilen, her şeyin üstündedir, göğü at edinmiştir o, ötesi var mı? Evet, var: seven; fakat bunu sevilen istemiştir, onun sayesinde olmuştur bu.
Sayfa 72 - Turan Oflazoğlu
Mutlak Avcısı Olarak Şeyh Galip
"Bir şu'lesi var ki şimdi cânın Fânusuna sığmaz âsmânın Bu sîne-i berk-âşiyânın Sîna dahi görmemiş nişânın Efrûhte-i inâyetindir" Artık öyle bir yalımı var ki canın, sığmaz göğün fanusuna,
Sayfa 72 - Turan Oflazoğlu
Reklam
Mutlak Avcısı Olarak Şeyh Galip
"Yek nazarda kıldın ey yüzü gül Âyinemi afitâb-i mül Geçti bana neş'e-i tegafül Hem eyle hem eyleme tenezzül Dilhanesi cây-i işretindir" Bir bakışta, ey gül yüzlü, şarap kadehine döndürdün aynamı; bilmezleniş neşesi geçti bana, artık ister tenezzül et, ister etme, gönül evi işret yerin oldu se­nin.) Bireyi aşan sonsuz, mutlak varlık, gül yüzlü ve zülüflü bir afet, karşı konul­maz bir yaman güzel olarak görünür kılıyor kendini ve bir tek bakışın simyasıyla, güneş biçiminde ya da içinden güneş doğan bir şarap kasesine çeviriyor şairin gönlünü. Gerçi hareket sanki dışardan başlıyor, karşıdaki sevgili, saldığı bir bakış­la şairin içine giriveriyor; ama sonsuz, sonlunun içine dışardan giremeyeceğine göre, denebilir ki, bireyin içinden uyanıyor o. Şair belki onu hep arıyordu, ona yaklaşmak ya da ilgisini çekmek istiyordu; fakat belirli bir şeyden doğmayan, an­cak kendi sonsuzluğundan kaynaklanan bir neşe içre olduğundan, şairin bireysel çabasını görmezleniyordu. İkisi arasında bir ilişki kurulacaksa, bunun yerini de zamanını da o belirler ancak. Sokrates daimon'uyla, iç sesiyle dilediği zaman konuşabiliyor muydu? Daimon ne zaman isterse o zaman Sokrates'in varlığına el koyarak ıssız sokakta olsun, kalabalık kent alanında olsun, yere mıhlanmış gibi, bazan da saatlerce tutmuyor muydu bilgeyi?
Sayfa 71 - Turan Oflazoğlu